OKUMA ODASI

1/6

Hayvanların zamanı

Jakob Johann von Uexküll

İnsanların ve Hayvanların Dünyasında Gezintiler –Görünmeyen Dünyaların Resimli Kitabı (çev. Mehmet Göçmen, Akademim)

Her kim hâlen duyu organlarımızla nesneleri algıladığımızı ve hareket etmemizi sağlayan organlarımızla nesnelere etki ettiğimizi düşünüyorsa hayvanlarda makineye benzer bir oluşumu değil, bilakis organlar vasıtasıyla onu sevk ve idare eden bir makinist keşfedecektir. Bu durum biz insanlar için de geçerlidir. Artık bu kimseler hayvanları alelâde bir nesne olarak görmeyi bırakıp onları çevresini algılayabilen ve ona etki edebilen özneler olarak görecektir. Böylece görünmeyen dünyaların kapısı açılmış olacaktır.

(…) Meydana gelen her şeyi kapsayan zaman, bizlere barındırdığı nesnel varlıkların renkli dünyalarını göstermektedir ve anlaşılacağı üzere her özne kendi dünyasının zamanına muktedir. Daha önce şunu söylüyorken: Zaman olmadan hiçbir yaşayan özne var olamaz. Şimdi şunu da söylemek zorundayız: Yaşayan bir özne yoksa zaman da var olamaz.

(…) Biz insanlar varlığımızı bir hedeften diğerine çaba sarf ederek sürdürmeye alışkın olduğumuz için hayvanların da aynı şekilde yaşadığına inanıyoruz. Bu, önceki araştırmaları defalarca yanlış yola sevk etmiş olan temel bir hatadır.

2/6

O hayvan bu yerdir!

Gilles Deleuze – Felix Guattari

Bin Yayla –Kapitalizm ve Şizofreni 2 (çev. Emre Sünter, Norgunk)

Bir Hecceite’nin Anıları. — Bir beden kendisini belirleyen biçimle, belirlenmiş bir töz ya da özne olarak, sahip olduğu organlar ya da icra ettiği işlevlerle tanımlanmaz. Tutarlılık düzleminde, bir beden yalnızca bir boylamla ve bir enlemle tanımlanır: Bir başka deyişle, şu ya da bu hareket ve durağanlık, hız ve yavaşlık ilişkileri altında ona ait olan maddi ögeler kümesiyle (boylam), şu ya da bu kudret ya da güç derecesi altında yeter olduğu yeğin duygulamlar kümesiyle (enlem) tanımlanır. Yalnızca duygulamlar ve yerel hareketler, diferansiyel hızlar. Bedenin bu iki boyutunu çıkartan ve Doğa düzlemini saf boylam ve enlem olarak tanımlayan Spinoza olmuştur. Enlem ve boylam bir haritacılığın iki ögesidir.

(…) Von Uexküll hayvan dünyalarını tanımlarken, hayvanın gücünün yettiği etkin ve edilgin duygulamları hayvanın parçası olduğu bireyleşmiş bir düzenlemede arar. Örneğin, ışığın çektiği Kene bir dalın ucunda asılı durur; bir memelinin kokusuna duyarlıdır, bir memeli dalın altından geçerken kendini aşağı bırakır; mümkün olan en az tüylü yerde derinin altına iğnesini batırır. Üç duygulam ve hepsi bu; kene zamanın geri kalanında, bazen yıllarca, uçsuz bucaksız ormanda olan her şeye kayıtsız bir şekilde uyur. Gücünün derecesi açıkça iki sinir arasındadır; ardından öleceği ziyafetin optimal sınırı, oruç tuttuğu sıradaki beklemesinin pesimal sınırı. Kenenin üç duygulamının türe ve cinse dair karakterleri, organları ve işlevleri, bacakları ve hortumları baştan varsaydığı söylenebilir. Fizyolojinin bakış açısından bu doğrudur, ama organik karakterlerin tam tersine boylam ve ilişkilerinden, enlem ve derecelerinden türediği Etika’nın bakış açısından değil. Bir bedenin neler yapabileceğini, yani duygulamlarının neler olduğunu, diğer duygulamlarla, bir başka bedenin duygulamlarıyla neler oluşturup oluşturamayacağını bilemeyiz: Bir beden diğeri tarafından yok mu edilecek, yoksa onu yok mu edecek, birbirleriyle etkinliklerini ve edilgenliklerini degiştokuş mu edecekler ya da birlikte daha güçlü bir beden mi oluşturacaklar?

(…) O hayvan bu yerdir! “Sıska köpek caddede koşuyor, bu sıska köpek caddedir” diye bağırır Virginia Woolf. Bunu böyle hissetmemiz gerekiyor. İlişkiler, uzay-zamansal belirlenimler şeyin yüklemleri değil, çoklukların boyutlarıdır. Sokak otobüs-at düzenlemesine olduğu kadar, at-oluşu açtığı Hans düzenlemesinin de parçasıdır. Hepimiz akşam saat beşiz ya da başka bir saatiz, daha çok aynı anda iki saatiz, optimal ve pesimal, öğlen-gece yarısı, ama değişken bir tarzda dağıtılmış bir halde. Tutarlılık düzlemi kesişen çizgileri izleyen hecceite’leri içerir yalnızca. Biçimler ve özneler bu dünyaya ait değildir. Virginia Woolf’un kalabalığın içinde, taksilerin arasında yürüyüşü. Yürüyüş bir hecceite’dir: Bayan Dalloway “ben şuyum ben buyum, o şudur o budur” demez. Ve “o, çok genç, aynı zamanda da inanılmaz yaşlı hissediyordu, hızlı ve yavaş, zaten orada ve henüz orada değil, ‘bir bıçak gibi her şeye nüfuz ediyordu’, aynı zamanda dışardaydı ve izliyordu, (…) bir günlüğüne bile olsa yaşamanın çok ama çok tehlikeli olduğunu düşünürdü her zaman”. Hecceite, sis, parıltı. Bir hecceite’nin ne başı ne sonu ne başlangıcı ne de varış yeri vardır; o daima ortadadır. Noktalardan değil, yalnızca çizgilerden yapılmıştır. O bir köksaptır.

3/6

Paris’ten Karadeniz’e

Michael Hardt

Yıkıcı Yetmişler (çev. Münevver Çelik, Otonom)

Askeri savcının, belediye başkanı (Fikri) Sönmez’in Devrimci Yol militanlarıyla birlikte Karadeniz’de bir Paris Komünü kurduğu iddiası belki de o kadar yanlış sayılmazdı. Doğru, küçük bir taşra kasabası olan Fatsa ile Paris metropolü arasında büyük farklılıklar vardı ve birincisinin yerelde gerçekleştirdiği pratik iyileştirmeler oldukça mütevazıydı. Ama Paris Komünü’nün temeli, Marx’ın da Komün düştükten hemen sonra dediği gibi, işleyen bir varlık olması, yani halk yönetimi ve halk tarafından yönetimin olanaklarını açan katılımcı yönetim yapılarına sahip olmasıydı. Fatsa’nın halk komiteleri işte tam da böyle yapılardı. Dolayısıyla soru aslında şu olmalıdır: Fatsa halkının bu halk komiteleri deneyimini geliştirmek için dokuz aydan daha fazla zamanı olsaydı acaba daha neler yapardı? Veya belki daha önemlisi, Devrimci Yol ve diğer devrimci gruplar, kendilerini faşist saldırılara karşı savunmak için onca enerji harcamak zorunda olmasalardı, Türkiye’nin başka yerlerinde ne tür katılımcı yönetim yapıları oluştururlardı? Ne de olsa Fatsa’yı diğerlerinden ayıran ve bu denemeyi mümkün kılan şey, faşistlerden gelen tehdidin nispeten düşük olmasıydı. Direniş komitelerinin hepsi, katılımcı demokrasi kurumları olarak birer halk komitesine dönüştürülebilseydi kim bilir daha neler olurdu?

1970’lerde Türkiye’de devletin içindeki ve dışındaki faşist tehdit yadsınmaz bir gerçek olduğu için, böyle terse çevrilmiş varsayımların pek bir yararı olmayabilir elbette. Ama şu açık ki Devrimci Yol’un çoklu örgütsel yapıları, böylesine olumsuz bir ortamda bile, onun bir yandan katılımcı demokratik denemeler örgütlemesine, bir yandan da silahlı direnişin zorunlu görevlerini yerine getirmesine imkân tanımıştı. “Fatsa Komünü” kısa sürmüş küçük bir deneme olmasına rağmen, böyle bir iki yönlü stratejinin önünü açtığı politik potansiyellerin önemli bir göstergesidir.

4/6

Kamelya dalıyla otoportre

Marie Darrieussecq

Burada Olmak Muhteşem –Paula M. Becker’ın Hayatı (çev. Sosi Dolanoğlu, Harfa)

Mayıs 2014’te, Ruhr Bölgesi’nde, Essen’deyim. Ruhr Bölgesi, Fransızlar için, maden demek. Ama bu sınai ve aşırı kalabalık Allah’ın unuttuğu yer, Paris’ten kalkan yüksek hızlı tren Thalys’in son durağı, dünyanın en güzel müzelerinden birine sahip: Folkwang Müzesi. Devasa kapılar ve pencereler cam, yapı hafif metalden. Ve bu müzede Paula’nın bir tuvali var; en güçlü otoportrelerinden biri.

Essen’deki Fransız-Alman Kültür Merkezi’nin müdürü Michel Vincent ve Folkwang Müzesi’nin konservatörlerinden Hans-Jürgen Lechtreckt’le birlikteyim. Hans-Jürgen yakışıklı, genç, komik ve zeki. Aynı zamanda canı sıkkın: Otoportreyi görmek için bizi bodruma indiriyor. Bu … kelimeyi bulmaya çalışıyor … geçici bir yerleştirme düzeni.

Müzenin bodrum katında kadınların eserleri sergileniyor. Tavan alçak, ışık kötü. Kadın sanatının sanattan nasıl da aşağı sayıldığını buradan başka hiçbir yerde görmedim. Yukarıda, ışıklar içinde Van Gogh, Cezanne, Gauguin, Matisse, Picasso, Braque, Kirchner, Nolde, Kandinsky, Klee… Aşağıda, gölgeler içinde, çağdaş videolarla bir arada karmakarışık halde duran eski çağlardan heykelcikler. Tanrıçalar, kucağında çocuklar anneler, kraliçeler. Aralarındaki yegâne bağ bu eserlerin kadınlar tarafından yapılmış olması ya da kadınları tasvir etmesi.

Kör bir noktada, kocaman bir televizyonun arkasında, Paula’nın şaheseri, Kamelya Dalıyla Otoportre. Müze, reklamlarında kendini bu otoportreyle tanıtma yoluna gittiğinden, durum daha da paradoksal: Caddede iki metrelik bir afiş üzerinde dikey olarak dalgalanıyor:

Aslında, tablo küçük. 60’a 30 metre.

Gözünü bize dikmiş.

Ne büyük kahır, diyor Michel.

Çok kederli bir bakış, diye tasdik ediyor Hans-Jürgen.

İki adam, parlayan irislerin altında, bir gözyaşı izi görüp görmediklerini soruyordu birbirine.

Kendini ters ışıkta resmetmiş, bilerek. Seyredeni ışıkta bırakıyor. Hafifçe tebessüm ediyor sanki. Ama iki kırışık, dudaklarının kenarına aşağı doğru kıvırmış. Halkalı gözle. Lale şeklindeki elinde bir kamelya dalı. Boynunda ağır bir kehribar kolye. Kaşları hafif çatık, düşünceli.

Bence, resim yapıyor. Bununla beraber, şöyle de yorumlanabilir: burukluk, evlilik hayatındaki hayal kırıklığı, sanatsal yalnızlık. Ama bizi işin içine katmıyor. Bakışı öncelikle kendi tuvalinde ve hatlarının biçimini incelediği aynada yoğunlaşmış.

Resim yapan bir kadının otoportresi bu.  

5/6

Paris’in kraliçesi

Édouard Louis

Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri (çev. Ayberk Erkay, Can) 

Bana edebiyatın gerçeği izah etmeye çalışmaması, sadece onu resmetmesi gerektiği söylendi, ben de onun yaşamını izah etmek ve anlamak için yazıyorum. 

Bana edebiyatın asla kendini tekrar etmemesi gerektiği söylendi, ama ben hep aynı hikâyeyi yazmak istiyorum, baştan bir daha, bir daha, bir daha yazmak istiyorum, onun gerçekliğine ait parçalar görünebilir olana kadar aynı hikâyeye dönmek, ardında gizlenenler sızmaya başlayıncaya kadar onu delmek istiyorum. 

Bana edebiyatın duyguları vitrine çıkarmaması gerektiği söylendi, ben de bedenin ifade edemediği duygular fışkırsın diye yazıyorum. 

Bana edebiyatın asla bir siyasi manifestoya benzememesi gerektiği söylendi, bence şimdiden cümlelerimin her birini bir bıçağın ucunu sivriltir gibi sivriltiyorum. 

Çünkü artık biliyorum ki edebiyat adını verdikleri şeyi, onunki gibi yaşamlara ve bedenlere karşı inşa ettiler. Çünkü artık biliyorum ki ona dair ve onun yaşamına dair yazmak, edebiyata karşı yazmaktır.

(…) Bir yıl sonra, benim de yaşadığım ve Amiens’de başladığım eğitimimi sürdürdüğüm Paris’e geldi. Yeni evinde, yeni sokağındaki ilk ziyaretimde karşılaştığım kadını bir süre ağzım açık izledim, dönüştüğü insana inanamadım. Bir zamanlar annem olan kadından geriye eser kalmamıştı. Makyajlı, saçları boyalı bir kadın vardı karşımda. Takılar takmıştı. Kasabadan ve çok uzun zaman boyunca yaşamı olan şeyden birkaç hafta uzaklaşmak görünüşünü kökten değiştirmeye yetmişti. Gözlerimdeki şaşkınlığı gördü –her konuda bir teorisi mutlaka vardır– ve bana “Karşında başka bir kadın bulunca şaşırdın, değil mi! Artık gerçek bir Parisliyim,” dedi. Gülümsedim. “Evet, doğru. Doğru, sen Paris’in kraliçesisin.”

Bana kocaman sarılıp yanağımdan öptü.

6/6

Annenin “doğası”

Adrienne Rich

Kadından Doğma –Deneyim ve Kurum Olarak Annelik (çev. Bilge Tanrısever, Otonom)

Üzerine düşünülmemiş varsayımlar: İlk olarak, annenin “doğası” gereği bir başka kimliği yoktur, bütün gün küçük çocuklarla olmak ve onların hızına ayak uydurarak yaşamak bu kişinin başlıca doyum kaynağıdır, annelerin ve çocukların evin içinde yalıtılması koşulsuz kabul edilmelidir, anne sevgisi kelimenin tam anlamıyla özverilidir ve öyle de olması gerekir, çocuklar ve anneler birbirlerinin acılarının “nedenleri”dir. Sevgisi “koşulsuz” olan anne klişesi ve tek boyutlu bir kimlik olarak anneliğin görsel ve edebi imgeleri beni huzursuz ediyordu. Bu imgelerle asla uyuşmayacak yanlarım olduğunu bildiğime göre, bu parçalar anormal, canavarımsı sayılmaz mıydı? Ve şimdi yirmi yaşına gelen büyük oğlumun yukarıdaki pasajları okurken belirttiği gibi: “Bizi her zaman sevmen gerekiyormuş gibi hissediyordun sanki. Ama karşımızdakini her an sevebildiğimiz hiçbir insan ilişkisi yok.” Evet, ona açıklamaya çalıştım; kadınların (özellikle de annelerin) bu şekilde sevmesi bekleniyordu.

(…) Babaların gücünü kavramak zordur, çünkü her şeye, hatta onu tanımlamaya çalıştığımız dile bile nüfuz eder. Yaygın ve somuttur, sembolik ve gerçektir. Evrenseldir, ama yerel ifadelerdeki farklılıkları sayesinde evrenselliğini gizler…

X-KÜTÜPHANE

Andrea Abreu Yaz Köpekleri (Siren)

Can Öktemer Hayat, Evren ve Sezen Hakkında (Everest)

Cemal Taş Hay Allah’ın Zalımları –Dersim 1938 Anlatıları (İletişim)

Charlotte Beradt Rüyaların Üçüncü Reich’ı (İletişim)

Colson Whitehead Harlem Ritmi (Siren)

David Graeber – David Wengrow Her Şeyin Şafağı –İnsanlığın Yeni Tarihi (Epsilon)

Ece Ger Nasıl Oldu da Agnès Varda’yla Tanışamadım (Pan)

Elena Ferrante Sayfa Sınırları İçinde –Yazmanın ve Okumanın Zevki Üzerine Sohbetler (Everest)

Fethiye Çetin Zulamdaki Şiir –Parça Parça Anılar (İletişim)

Florent Guénard Eşitlik Tutkusu (Metis)

Guy Leschziner Beynin Gece Hayatı –Kâbuslar, Sinirbilim ve Uykunun Gizli Dünyası (Metis)

Gülhan Balsoy Erkaya Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı –Geç Osmanlı Doğum Politikaları (Bilgi Ün.)

Helen Garner Bir Yas Yuvası –Bir Cinayet Davasının Öyküsü (YKY)

Jacques Rancière Sanatın Yolculukları (Metis)

Jane Bennett Canlı Madde –Şeylerin Politik Ekolojisi (Akademim)

Jean-Paul Didierlaurent Çatlak (Can)

Katrin Rönicke Bir Özgürleşme Kılavuzu (Güldünya)

Levent Duman – Şule Can “Keşke Kalsaydı” –Yerel Tanıkların Gözünden Bir Antakya Tarihi (İstos)

Loic Wacquant Bourdieu Şehirde –Kentsel Teoriye Meydan Okumak (Bilgi Ün.)

Marc David Baer Koruyucu Sultanlar ve Hoşgörülü Türkler –Osmanlı Yahudi Tarihini Yazmak, Ermeni Soykırımını İnkâr Etmek (Aras)

Mark Stoll Kâr –Kapitalizmin Tarihine Ekolojik Bakış (Ayrıntı)

Michael Hechter Milliyetçiliği Dizginlemek (İletişim)

Richard Marsden Sermayenin Doğası –Foucault’dan Sonra Marx (Ayrıntı)

Rober Koptaş Unufak (İletişim)

Sabiha Sertel Görüyoruz Duyuyoruz –Yazılar (Metis)

Samo Tomšič Keyfin Emeği –Libidinal Ekonominin Eleştirisine Doğru (Axis)

Selahattin Demirtaş – Yiğit Bener Arafta Düet (Dipnot)

William Faulkner Çapulcular (YKY)

William Stroebel Yunan Vampir Şarka Gidiyor –“Thanasis Vayas” Şiirinin Karamanlı Türkçesine Çevirisinde Vampirlik, İrredantizm ve Dil Politikaları (İstos)

Zeynep Tek Feminist Mercekten Güzide Bir Arayış –Kadın Birliği’nin Kurucularından Şair ve Yazar Güzide Osman (İletişim)