Mösyö Hitler
Kadir İnanır, Kayhan Yıldızoğlu, Altan Günbay ve Filiz Akın “Ankara Ekspresi” (1971) filminde

Bizim Ankara Radyosu’nun bir âdeti var. Alman devlet reisi Bay Hitler’den bahsettiği ve bunun başına bir nevi ihtiram [saygı] kelimesi koymak istediği zaman daima “mösyö”yü tercih eder. Halis bir Alman’ın başına halis bir Fransız külâhı geçirmek gerçekten garip oluyor. Vakıa, biz bütün Avrupa’yı Fransız gözlüğü ve Fransa vasıtası ile görmeye alışkın olduğumuz zamanlarda, ecnebi isimlerinin başına hangi millet için olursa olsun bir mösyö kelimesi takardık. Bu bakımdan Ankara Radyosu manasız bir yenilik icat etmiş değildir. Sadece artık manası kalmayan bir an’aneye dört elle sarılmaktadır denebilir. Hitler bahis mevzuu olduğu zaman istersek Her Hitler diyelim. Hatta ekselans bile diyebiliriz. Çünkü majeste gibi bunu da Türkçede kullanmaya başladık. Daha iyisi Bay Hitler deriz, fakat ne yapsak “Mösyö Hitler”i artık mazur gösteremeyiz. Bu sadece alışkanlık ve dikkatsizlik eseridir. Kulağa garip gelmekte ve nahoş bir tesir yapmaktadır. Bizde böyle bir intiba hâsıl olmamasını radyomuzdan rica edersek fazla bir külfet yüklemiş olmayacağımızı ümit ederiz.”

Tanin, 13 Kasım 1943

Bella Ciao
Cem Karaca 1977’de “Yoksulluk Kader Olamaz” albümündeki parçaları TRT Denetleme Kurulu’na gönderdi ve toptan ret cevabı aldı. Haliyle TRT’ye ateş püskürdü: Eğer onların dediği doğru ise müzisyenliği bırakıp bakkal dükkânı açmam gerekir. Şarkıcılık adına hiçbir şey yapamıyor, bas bas bağırıyormuşum meğer. Oysa ben yaptığımı biliyorum. 1967’den bu yana ödün vermeden namuslu sanatçı-dinleyici diyaloğunu, aradan TRT’ye çıkarıp, sürdürmeye çalışıyorum. Gerçek bir demokratik düzen Türkiye’de kurulmadıkça açılıştan kapanışa halkın istediği içerikte yayın yapan bir TRT var olamaz. Şimdi gelelim parçalarıma taktıkları kancalara: Yorum eksikliği: Her parçamın bir armoni düzeni vardır. Bu armonide çelişmeyen bütün sesler doğrudur. Parçalarımda çelişen ses yok. Besteleri de bana ait. Benim bestelerimi en iyi şekilde ben yorumlarım. Artikülasyon: Tiyatrocu bir anne ve babanın oğluyum. Kendim de tiyatro yaptım. Yani ailece işimiz konuşma sanatı. Şarkılarımda öncelikle üzerinde durduğum olay, kelimelerin anlaşılmasıdır. Çünkü ben önce mesaj şarkıcısıyım. Kaldı ki tiyatroculuğun yüzünden Türk dilinin yöresel özelliklerini de bilirim. Sözgelimi şarkıda anlattığım olay Karadeniz’in bir yerinde geçiyorsa oranın dil ayrıntılarını dahi dikkate alırım. Samsunlu ile Rizelinin bile farklı konuştuklarını denetçilerin bilmesi gerekir. Genel uyum: Türkiye’de bırakın büyük orkestrayı iki tenor saksofon bile yan yana tınlamaz. Bu nedenledir ki kendi müziğimde nefesli ve yaylı sazların görevini elektronik araçlara yüklüyorum. Ama Erol Pekcan dışındaki öteki Denetim Kurulu üyelerinin çaldığım sazları tanıdıklarına inanmıyorum. İlgilerini çeker umuduyla şunu hatırlatırım: Tomita adlı bir Japon klavyecisi elektronik klavyede çalgılarla klasik müzik yapıyor ve dünyayı allak bullak ediyor. Sözler: Hadi sözleri bana ait parçaları beğenmiyorlar, ama bir Nâzım Hikmet, bir Ahmed Arif, bir Can Yücel’i beğenmemek kurulda kimsenin haddine düşmez. Ya ünlü İtalyan ozan Severini’yi beğenmemelerine ne buyurulur? Bunlar anti-solcu, anti-komünist bile değil. İtalyan Komünist Partisi partizanlarının marşı “Bella Ciao”yu “Her yerde her zaman yine sen sen…” diye söyledin mi istediğin kadar mikrofona, ekrana gelmek serbest. Oysa bunlar “Enternasyonal” duyulmasın diye dünya çapında spor naklen yayınlarında yayını kesen bir TRT’nin kişileri. İşte bildikleri de bu kadar.   Hey TV Magazin, 14 Kasım 1977
Bir maskeli baloda olduğunuzu tasavvur ediniz. Herkesin elbisesi değişik, yüzü kapalıdır. İçlerinden biriyle dans ediniz. Sonra yüzünü görmeden, hatta sesini işitmeden bir daha buluşmamak üzere ayrılınız. Bu surette geçirdiğiniz birkaç saat hakikatte günlük hayatınızın bir numunesinden, bir parçasından ibarettir. İnsan kendi kendisiyle o kadar meşguldür ki, muhitinde yaşayanların karakterlerini dikkatle tetkik etmeye vakit bulamaz. Bulsa dahi doğru bir neticeye vâsıl olamaz. Zira dünya bir maskeli balodur. İnsanların çoğu oldukları gibi değil,  görünmek istedikleri gibi görünürler. Onun için hükümlerinizde ihtiyatkâr olunuz.   Son Posta, 16 Haziran 1940
NAZİ SARAYININ HOKKABAZI
Kalanag dünyaca ünlü bir Alman sihirbazdı, Hitler’le ve Nazi komutanlarıyla sıkı fıkı ilişkileri vardı. Öyle becerikliydi ki, savaş sonrasında Nazi geçmişini de adeta hokus pokusla hayatından silerek mesleğinde yeniden saygınlığa kavuşmayı bilmişti. 1940’larda Ankara’ya ve 1963’te –ölümünden birkaç ay önce– İstanbul’a yolu düşmüştü.

Halka açık kara büyü

Cumhurreisi İnönü şerefine Franz Von Papen’in (Ankara’daki Almanya büyükelçisi) verdiği bir yemek davetinde, bizzat büyükelçi tarafından davet edilen illüzyonist Kalanag (gerçek adıyla Helmut Schreiber) yüksek düzeyli konukların önünde hünerlerini gösterdi. Papen, “hokus pokus”un mucidi olduğu ileri sürülen bu sanatçı ile Hitler’in Bavyera’daki Berghof malikânesinde tanışmıştı. Papen, İnönü’nün bu sanatçının hünerlerinden çok etkilendiğini, ama Türk halkının batıl inançlara kendini kaptırmaya eğilimli olduğunu belirterek sanatçının Türkiye’de halka açık kara büyü gösterisi yapmamasını rica ettiğini belirtmiştir.

Reiner Möckelmann’ın Franz von Papen – Hitler’in Türkiye Büyükelçisi (2019) başlıklı kitabından

Kocamı kaybettiniz, geri dönmedi

Boksör Joe Louis, tenor Beniamino Gigli, aktör Clark Gable ve daha bir sürü meşhuru sahnede yok eden illüzyonist Kalanag aslında bir felsefe profesörüdür.

Dünyanın en usta sihirbazı Profesör Kalanag konuşmamız sırasında bir hatırasını nakletti: Otomobil numarası ile üstlerine bir örtü sarıp sekiz on kişiyi bir arada yok ettiği günlere ait bir hatıraydı bu. Almanya’da temsiller veriyordu. Bir gece gösterilerden sonra bir kadın, yanında bir polis memuru olduğu halde kendisini locasında buldu. “Sahnede kocamı kaybettiniz, fakat kendisi geri gelmedi” diyordu kadın. Başta kadın ve polis memuru olduğu halde Kalanag ve yardımcıları tiyatro binasını baştan aşağı aradılar. Adam bulunamadı. Kadın kocasının orada olmadığına, polis memuru da illüzyonistin “Kaybediyorum” bahanesi ile seyircileri öldürmediğine iyice kanaat getirdiler. Bu olaydan sekiz on gün sonra profesör Münih’ten atılmış şöyle bir kart aldı: “Karıma artık tahammül edecek halim kalmamıştı. Bana bu ilham ve fırsatı verdiğiniz için size minnettarım. Saygılarımla.”

Profesör Kalanag’ın bir de içki numarası var. Seyircilerin arasına inip boş bardaklar dağıtıyor ve tercümanın aracılığıyla her kim ne isterse elindeki su dolu sürahiden bardağı o içkiyi boşaltıyor. Sürahiden dökülen, bardağa girene kadar sudur. Fakat bardağı değdiği andan itibaren seyircinin arzuladığı içkidir. Bu içki yerine göre viski, konyak, şampanya, votka, rakı, likör, hatta kahve, boza veya mürekkep olabilir.

.