DİNLEME ODASI

.

KARA TREN

Gökçe Akçelik
1977 – 2024

Foto: Ali Güler

Replikas şarkılarıyla, albümleri ve konserleriyle, film müzikleriyle, elektronik denemeleri ve yerleştirmeleriyle, sazıyla, gitarıyla, sesiyle… ‘95 sonrası İstanbul ve Anadolu rock âleminin en güzel yüz metresini koşarak gitti, kendi ritminde, kendi bildiği gibi… Devri daim olsun, eseri, sesi baki kalsın…

Gökçe Akçelik: Koşuşturma durumu… Yaşamın ta kendisine pek fazla zaman ayırmamak… Bir şeylerin peşinde koşuyorlar ya da koşuyoruz, ama neyin peşinde, o da pek belli değil. Ama çok ciddi bir koşuşturma… İnsanlar bir şeylere yetişmeye çalışıyor. Mesela, bir sene sınıfta kalırsın, insanlar gelip sana bir sene kaybettin derler. Ama nasıl kaybettin? Neye yetişeceksin ki bir sene kaybettin? Böyle bir ruh var: Bir şey kaybetmeyelim, hızlı olalım, yetişelim…

Biz de bunların farkındayız ve içindeyiz. Yaptığımız müzik de 70’lerin falan değil, 90’ların müziği.

Bir çöküş çağı durumu var bence. Biz de bunun içinden çıkıyoruz, en azından kendimin bunun içinden çıktığımı düşünüyorum. Popun, yalancılığın falan tam içinden çıkıp onun parçası olduğumu düşünüyorum ve onun müziğini yaptığımı sanıyorum. Lüzumsuz bir karamsarlık yok aslında bende. En azından kendimize güvenecek bir şeylerimiz var. Ben müzisyenim diyebiliyoruz. Haddimize mi bilmiyorum ama…

Bir çıkış yolu aramanın anlamlı olmadığını düşünüyorum. Kaos kendi kendine zaten güzel şeyler yaratıyor, bir şeyler çıkarıyor, ben de oraya aitim diye düşünüyorum. Ben bunun bir parçası olduğuma göre, bundan şikâyet etmek ya da bu bitsin artık, daha iyi bir şey olsun demek yerine, beni ben yapanın bu olduğunu düşündüğüm için, ben bunun içinde yaşıyorum, bunun dışında yaşayabilir miyim, bilmiyorum.

Roll, sayı 14, Aralık 1997

.

1/3

Ribot, Zorn, Wyatt, Frisell hattı

Mary Halvorson
Cloudward

Müzik eğitimine kemanla başlayan Mary Halvorson ne zaman ki Jimi Hendrix dinliyor, kemanı bir kenara koyup eline gitarını alıyor. Niyeti rock gitaristi olmak. Ancak gitar öğretmeni cazcı çıkınca önüne başka türden seslere açılan bir kapı çıkıyor, o da bu kapıdan geçip caz tedrisatı almakta tereddüt etmiyor. Yıllar sonra JazzTimes’a şöyle diyecek: “Gitarla ilgili en güzel şey kesin bir janra ait olmaması. Saksofonu düşünelim, başka türlerde de yeri olmasına rağmen onunla yolunuz önünde sonunda caza çıkar büyük ihtimalle. Ancak gitar çaldığınızda klasik müzik de yapabilirsiniz, rock da, caz da, folk da…”

Söyledikleri sadece gözlemden ibaret değil. Üniversitede –bir yandan biyoloji okurken– ders aldığı meşhur free jazz müzisyeni Anthony Braxton ile caz gitaristi Joe Morris sayesinde bir free guitar müzisyenine dönüşüp dikkat çektiği durumun uygulamasına da soyunuyor. Parçalarının içine flamenko’dan gospel’a, İtalyan folk’undan Amerikan soul’una pek çok tınıyı katıyor –ve tabii (eski bir Elliott Smith fanı olarak) rock’u da. Bu açıdan Halvorson’u, kimi projelerde bizzat birlikte çalıştığı Marc Ribot’ya, Robert Wyatt yahut Bill Frisell’a benzetmek mümkün. Yirmi küsur senelik kariyerinde şansı da yaver gidiyor, bol bol övgüye de mazhar oluyor. Onun için “geleceğe en yaklaşan gitarist” (NPR) diyen de var, “müzikteki yeni olasılıkları ortaya çıkaran, gözü kara bir orijinal” (New York Times) diyen de…

Halvorson’un geçmişinde çoğu caz müzisyeni gibi sayısız solo kayıt, grup ve ortaklık bulunuyor. Son işi bunların bazısına benziyor, bazısına benzemiyor. Ancak sanatçı Cloudward’u Nonesuch debut’sü Amaryllis’de çalıştığı aynı sextet ile (vibrafon’da Patricia Brennan, basta Nick Dunston, davulda Tomas Fujiwara, trombonda Jacob Garchik, trompette Adam O’Farrill) kaydettiği için,  yeni albümü anlamak için iki sene evvelinden yol çıkmakta fayda olabilir: “Aynı grup için ikinci bir albüm yazmayı seviyorum. Bir grubun ilk albümde nasıl bir sound’a sahip olacağını tam olarak bilemezsiniz. Bu heyecan vericidir. Diğer taraftan grubu bir kez tanıdıktan sonra onun için yazmak eğlenceli hale gelir. Çünkü sesini hayalinizde canlandırabilir, bu sefer neyi farklı yapabilirim diye düşünebilirsiniz. Neyi yeni bir yöne itebilirim? Neyi daha iyi yapabilirim?”

Bu kez seçimi enstrüman ve sololara daha fazla yer açan bir albüm tasarlamak olmuş. Müziğin yoğunluğunu azaltıp sessiz anlara, nefeslenmeye alan yaratmış: “Bu, yazış şekli önceki çalışmalarımın tam tersi. Daha önceki eğilimim fazla fazla yazmaktı.” Albüme rengini veren bir diğer özellikse, pandemi dönemininin bitişinde, sanatçının karantinada edindiği yeni alışkanlıklarının etkisiyle kaydedilmesi: Yoga ve kokteyl yapmak, NBA maçlarını izlemek ve tarot falı açmak! 

Bu işten anlayanlar plağın kapağıyla albümü açan “The Gate” ve “The Tower” parçalarının doğrudan tarota atıfta bulunduğunu görebilirmiş. Mesela kendisi bizzat bir kart olmasa da, tarot terminolojisinde “geçiş ya da kapı” bestecinin Cloudward’a başlarken içinde bulunduğu yaratıcılığa giden taze yolları keşfetme konusundaki iyimserlik ruhunu yansıtırken, “kule” yeni şeylerin ortaya çıkması için ayaklanma zamanı anlamına geliyormuş. Bizim gördüğümüzse, “The Gate”e Brennan’ın sakin vibrafon sololarının damgasını vurduğu, “The Tower” ve takipçisi “Collapsing Mouth”un avangard ambient havaları… “Unscrolling” albümün en karanlık şarkısı. Halvorson, kişiliğini iyimser olarak tanımlasa da, konu müzik olduğunda ilgisini karanlık temaların çektiğini söylüyor. “Desiderata”da sırasını alıp gitarını konuşturuyor. “Incarnadine”nin güzelliği en başta Laurie Anderson’un misafirliği. Albüm, “Tailhead”de James Bond filmlerine yakışır gizemdeki melodisiyle (aynı zamanda funky) en görkemli anlarına ulaşıyor, sonra da enstrümanların birbirleriyle atıştıkları nispeten sakin ama harika bir kapanış yapıyor: “Ultramarine”. Tekrar tekrar dinlenesi.

Bu albüm için araştırma yaparken, Mary Halvorson ismini google’ladığımızda  karşımıza sık sık dahi sıfatı çıktı. (Sonradan bu sıfatın bol keseden kullanılmasının sebebinin sanatçının 2019’da MacArthur Vakfının Genius Grant ödülünü alması olduğunu anladık gerçi.) Öyle olup olmadığı bizi aşar. Ancak karşımızda yetkin bir müzisyen olduğunu anlamayacak da değiliz. John Zorn da onu “benzersiz, genellikle ilginç bir yaklaşıma ve geleneğe uzanan güzel bir gitar tonuna sahip mükemmel bir solist” olarak tanımlamış ki, bizim için görüşü tüm ödüllerden de değerlidir. –İlker Aksoy

2/3

Saksofona selam, flütlerle devam

Shabaka
Perceive Its Beauty, Acknowledge Its Grace

Shabaka Hutchings on yılı aşkın bir süredir, artık müzik tarihinde açılmış yeni bir yol olduğu kesinleşmiş Londra caz sahnesinin en önemli figürlerinden biri olmayı sürdürüyor. Tabii eğer Gilles Peterson’ın kabul ettiği gibi en önemlisi değilse. 2013’ten beri çift davullu, tubalı caz dörtlüsü Sons of Kemet’in, 2016’dan beri ise bol elektronikli saykodelik caz funk üçlüsü The Comet is Coming’in liderliğini yürütüyor, ki bu iki grup yeni Londra sahnesinin en popüler üç grubundan ikisi, lokomotifleri.

Caz, Eric Hobsbawm’ın daha 80’lerde ilan ettiği üzere “ölülerin müziği” idi. Dinleyiciyi çekecek yıldızların hayatta dahi olmaması nedeniyle icracı ve dinleyicinin bir araya gelememesi sonucu müzik yok olma emareleri gösteriyordu. Hutchings ve tüm dostlarının Londra’dan başlayarak müzikleriyle tüm dünyada konser salonlarını doldurmaya başlaması Hobsbawm’ın aynı yazısının sonundaki kehanetini gerçekleştirdiği için çok değerli: “Caz kendisine uygun tasarlanmamış ve kendisini hak etmeyen bir toplumda sıradışı bir hayatta kalma ve yenilenme gücü sergilemiştir.” Bu zaman içerisinde Londra sahnesinden yükselen her yeni yeteneğe verdiği destekle de bu yenilenme gücünü besleyen Hutchings, 2023 sonunda açıkladığı üzere saksofonunu duvara asıp dünyanın farklı bölgelerinin flütleriyle kendi yolunu, sesini yeniden bulmaya, yaratmaya karar verdi ve bu karar bizi Shabaka ismiyle yayınladığı ilk albümü Perceive Its Beauty, Acknowledge Its Grace’e getirdi.

Albümün açılışını Jason Moran’ın piyanosuyla yapan “End of Innocence”da Shabaka masumiyetin cenazesini klarnetinin hüzünlü melodisiyle kaldırıyor. “As the Planets and the Stars Collapse”de müzisyenin nefesi iki yıl önce Japonya’da kestiği bambu ağacından yaptığı shakuhachi enstrümanı aracılığıyla hayat bulurken, Brandee Younger’ın arpıyla Miguel Atwood-Ferguson’un yaylılarının yarattığı sonsuzluk hissi içinde tekinsize doğru yol alıyor. Moses Sumney’nin benzersiz sesiyle büyülediği “Insecurities”i takip eden “Managing My Breath, What Fear Had Become”da flütler, Saul Williams’ın okuduğu şiirin içine nüfuz edip diğer tüm enstrümanları uçmaya davet ederken, “The Wounded Need to Be Replenished” synth’lerin ve arp melodilerinin yarattığı ses denizinin içinde kendi yolunu arıyor. El çırpmalar ve kontrbas melodisiyle yüksek ritmli “Body to Inhabit” üflemelilerin sayısının giderek çoğaldığını hissettirirken, Elucid’in rap’inin taşıdığı ilk yarısında albüm başka bir yöne, rap’in bitişinin ardından da çok uzakta başka bir yöne seyrediyor. 

Saksofona veda için verdiği son iki konserden ilkini Pharoah Sanders’ı anmaya ayıran Shabaka, albümün ikinci yarısını Sanders’ın kaydettiği son albümün ortaklarından olan Floating Points ile açıyor. Albümün organik dünyasının içinden daha ilk saniyesinde duyduğumuz synth’lerle bizi çıkaran “I’ll Do Whatever You Want”, sanatçının kendi ifadesine göre (bir kısmına Andre 3000’ın nefes verdiği) on farklı üflemeliyle açılıp genişlerken, ikinci yarı gitar, perküsyon, baslar ve gizli ambient üstadı Laraaji’nin sesleriyle karanlığa sürükleniyor. Bu karanlıktan hemen çekip çıkaran “Living”, içinden ışık yayıyormuş gibi tınlayan ezgisiyle açılıp sonuna kadar aynı melodiyi tekrar ederken, sahneyi Eska’nın çıkardığı sayısız sese ve vokallerine bırakıyor, yaylıların katılımıyla yüksek bir ruh haline ulaşıyor. “Breathing”, Shabaka’nın eski günlerinde imzası haline gelmiş ve bu albümde rastlamadığımız güçlü üflemeli keskin stilini ve saksofon sesini barındıran tek parça ve enstrümana resmi bir veda gibi. Albümün bütün unsurlarını barındıran kapanış parçası “Song of the Motherland” ise ismini, şiirini ve sesini müzisyenin babasının 1985’te kaydettiği şiir albümünden alıyor.

Alice Coltrane’den Pharoah Sanders’a, Charles Mingus’dan John Coltrane’e, önceliğini deneyselliğe vermiş ve kataloğunu bir başlığa indirgemek gerekirse spiritüel cazla anılan Impulse! etiketiyle yayınlanan albümde Batılı olmayan ana enstrümanların vurgusundaki sakinlik, stüdyoya kulaklık sokmama yoluyla bu sakinliği bozmamayı başarabilen emprovize dokunuşlarla birleşerek kusursuz bir ses örgüsüne ulaşıyor. Bu örgü, hedefine sadece yapmak istediği müzikle ulaşmak isteyen her müzisyenin karşılaştığı dinleyicisinden yalıtılma riskini taşıyor olsa da, buna cesaret eden tüm meslektaşları gibi Shabaka da muhtemelen şunu biliyor: Canlılık ve yaratcılığın yolu bu meydan okumadan geçiyor. –Utku Toy

 

3/3

Punk’ın post’unun pop’u

Yard Act
Wheres My Utopia?

Hayal bu ya, bir festival düzenlesek… Mesela grime’ı, hiphop’u, punk rock’u aynı potada eriten şu isimleri davet etsek: Sleaford Mods, Baxter Dury, Fontaines D.C., Billy Nomates, Dry Cleaning, Idles, Kae Tempest… “Ada”nın bu birbiriyle dost, hadi bilemediniz aynı yolun yolcusu isimlerinin arasına mutlaka Yard Act’i de eklerdik. Headliner olamazlardı belki, ama yorgun argın evimize dönerken, dimağımızda tatlı izler, vücudumuzda ekstra pogo morlukları bırakırlardı, orası kesin.

Yard Act genç bir grup değil. 2019’da vokalist James Smith ve basçı Ryan Needham tarafından kurulup nihai kadrosuna gitarist Sam Shjipstone ve davulcu Jay Russell’ın katılımıyla kavuştuğunda, elemanlar yirmili yaşlarının sonlarındalar. 2020’deki karantina günlerini iyi değerlendirdiler. The Coral’ın egzantrik eski üyesi Bill Ryder-Jones’un prodüktörlüğünü yaptığı “Trapper’s Pelts” ile yayınlamaya başladıkları single’ları 2021 tarihli EP’leri Dark Days’de toplandı. 2022 başında yayınlanan ilk albümleriyle de önemli başarılar kazandılar. The Overload İngiliz albüm listelerinde iki numaraya yükseldi, Mercury Ödülü’nde kısa listeye kaldı. Grup, Fugazi, Paramore, Ed Sheeran ve James Smith’in Peaky Blinders’da azıcık da olsa birlikte oynadığı Cillian Murphy’nin sevgi ve saygısını kazandı. Fakat İngiliz müziğinde bir başka popülerlik ölçütü vardır ki hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Elton John, “100% Endurance” şarkısını onlarla yeniden kaydederek elemanları bir nevi vaftiz etmiş oldu.

Belki de Where’s My Utopia?’nın pop’a meyleden estetiği onun aurası sayesindedir… Fakat pop denince aklınıza “ticari” olanı gelmesin. Albümün yapımcısı –iki albüm arası çıkan “The Trench Coat Museum” single’ında da birlikte çalıştıkları– Remi Kabaka Jr.’un Gorillaz’ındaki gibi “sanatsal” bir pop burada bahsettiğimiz. Fela Kuti’den, Ennio Morricone’ye esintiler taşıyan, ilk albümün post-punk’ından Radio 4’un dance rock’una tatlı bir süzülüş.  “An Illusion” ve “Petroleum” yontulmamış Beck şarkıları gibi tınlarken,  “Down by the Stream” Cypress Hill ve Sleaford Mods kırması. “The Undertow” pekâlâ bir Jarvis Cocker solosunda kendine yer bulabilirmiş. “Dream Job” ve “Grifter’s Grief” gruba Mark E. Smith’den, Katy J Pearson’lı “When the Laughter Stops”, plağın en orijinal parçalarından “Fizzy Fish” ve “We Make Hits” ise eski punk günlerinden miras kalmış gibi görünüyor. Albümün kapanışına bir kala sırada The Streets’vari “Blackpool Illuminations” var: “Otuzbirciler ikinci albüm hakkında ne düşünürler diye ne merak edeceğim ki?” Görüldüğü üzere, kimileri tarafından The Fall’un Coachella-safe versiyonu olarak tanımlansalar da, bunu takıyormuş gibi görünmüyorlar.

“We Make Hits”de, kendileriyle post-punk’ın son poster çocukları diyerek (olmadıklarını da biliyorlar aslında) dalga geçip “Ben hâlâ bir anti–K-A-P-İ-T-A-L-İ-S-T’im /…/ Saçmalasam da eleştireceğim, belki bir faydası olur” derken, etrafa yargı bile dağıtmayı beceriyorlar: “Biz de hit yapıyoruz şimdilerde / Ama Nile Rodgers’ınki gibi hit’ler değil / Çünkü bize hit madrabazı değiliz.” Bu aşamada, Yard Act liriklerinin James Smith’in espri anlayışının ürünü olduğunu, zaman zaman sürreel hatlarda dolaştığını söylemek gerekir. O kadar ki, elimizdeki kayıt en başta U2’nun oğlunun adını Bono koyan hayali roadie’siyle ilgili konsept bir albüm olarak tasarlanmış. Ki kötü fikirmiş hakikaten… Diğer taraftan son parça, dansa açık davet “A Vineyard for the North”da iklim değişikliği sayesinde İngiltere’nin kuzeyinde şarapçılık yapabileceğini düşünmesi hiç de fena bir kara mizah örneği sayılmaz: Tabii ki “kuyuların suyu kuruyana kadar…”  –İlker Aksoy

Uzunçalar

Night Reign

The Dream of Delphi

The Decemberists As It Ever Was, So It Will Ben Again

Luck and Strange

Love changes everything

Eels Time!

Rampen (apm: alien pop music)

We Have Dozens of Titles

POPtical Illusion

The Art of the Lie

Speak To Me

The Hollow

Sun Without the Heat

Viva Tu

No More Water: The Gospel of James Baldwin

The Great Bailout

All Born Screaming

Only God Was Above Us

Kısaçalar

Kufi

Barrio Hustle

Political Incorrect

Chemical Animal

Moda Disko

I’m Waiting for the Man

Lindsay Goes to Mykonos

Two Pairs of Hands

Keep It High

Method Actor

Running

The Border

Modern Love