HAIR MÜZİKALİ, MILOŠ FORMAN VE ZAMANIN RUHU

Kova çağı şafağı

Güzel haber: Kova Çağı’na giriyoruz. 1960’lardan beri iple çekilen evre nihayet ufukta. Bu niye güzel haber, Kova Çağı neyin nesi? Elli beş yıldır sahnelenen, kırk beş yıldır filmi gösterilen Hair müzikalinin öyküsüne ve kalburüstü yönetmen Miloš Forman’a bağlanıyoruz.

Burak Uluer

Mayaların yaklaşık 26 bin yıl süren Büyük Sayım takvimlerinin süresi 21 Aralık 2012’de sona erdi. Mayalara göre bu döngünün sonunda ortaya “kutsal misyonu olan uyanmış insan” çıkacaktı. Perulu şamanlar da bu dönemde ortaya çıkacak insan türüne “Işıltılı İnsan” diyor. Afrika topraklarında yaşamış olan Dogonların yine yaklaşık 26 bin yıllık takvimlerinin 1999’da sonlandığı belirtiliyor. Bu takvime göre, 1975-1999 arası son tekrardı ve bunun sonunda insanlığın ruhen tanrısal insana geçişi vardı. Kuzey Amerika’da Arizona civarında yaşayan Hopilere göre, yakında Dördüncü Dünya sona erecek ve “Aydınlanma Dünyası” dedikleri ve Kova Çağı’nın başlangıcına isabet eden Beşinci Dünya’ya gireceğiz.

Zaman sabit, durağan veya doğrusal değil, tam aksine büyük bir dönüşüm içinde akıyor ve her çağın kendine has nitelikleri bulunuyor. Eski uygarlıklar ekinoksların kaymasının farkındaydılar ve zamanın büyük döngülerini tespit etmek üzere bir Zodyak sistemi yaratmışlardı. Zodyak adeta 12 burçlu dev bir saat gibiydi. Bu dev saatin her bir diliminden, yani her bir burçtan geçiş süresinin 2160 yıl aldığını fark ettiler. Tüm burçları dolanıp aynı noktaya gelmek, yaklaşık 26 bin yılı (25.920) alıyordu. Her bir burca girildiğinde, Dünya üzerindeki olayların niteliği de değişiyordu. Böylece, kadim medeniyetler ekinoksların devinimini izleyerek, zamanın akışını da izlemiş oluyorlardı. Burçlardan her biri, zamanın farklı niteliklerini ortaya koyuyordu. Bu nitelikler ve değişimler, 12 burçlu dev saatin dört çeyreğinin her birinden geçilirken daha da keskinleşiyordu. Bunlar Kova, Boğa, Aslan ve Akrep burçlarıydı. Bu dört çağın her biri, zamanın farklı bir niteliğini ortaya koymaktadır.

1969’da düzenlenen Woodstock’ın gerçek ismi “Bir Kova Burcu Sergisi”dir Festivalin açılışı için planlanan grup psikedelik rock grubu Sweetwater’dı. Ne yazık ki trafikte takılı kalınca ancak ikinci sırada çıkabildiler. Amma velakin bir şarkıyı meşhur ettiler. Bu şarkı “Aquarius”tu, yani Kova burcu. 

Günümüzden yaklaşık 13 bin yıl önce girilen Aslan Çağı’nda, küresel ısınma sonucu buzulların erimiş olduğu, bazı hayvan türleri üzerinde önemli değişimler olduğu, örneğin mamutların, kılıç dişli kaplanların neslinin tükenmiş olduğu söylenmektedir. Aslan, hayvan sembolüyle temsil edilen burçlardan biridir ve ateş elementindendir. Günümüzden yaklaşık 6.500 yıl önce Boğa burcundan geçilirken, sığırlar evcilleştirilmiş, tarım gelişmiş, toprak savaşları yaşanmış, şehir devletleri, siteler kurulmuştu. Boğa burcu da hayvan sembolüyle ifade edilen burçlardan biridir ve toprak elementindendir.

Bu hesaplamalara göre, kozmik saatte Kova burcuna girmekteyiz. Bundan yaklaşık 26 bin yıl önce, Kova Çağı’na girişimizde, CroMagnon insanın gelişimini ve Neanderthal insanının sonunu görürüz. Bu dönemde, günümüz insanının atası olan CroMagnon insan tipi, Erken Homo Sapiens ve Neandertal insanın melezi olarak ortaya çıkmıştır.

Kova Çağı’na girişimizle birlikte, önemli değişimler yaşanmasının zamanı gelmiştir. Onların “Zamanın Sonu” olarak adlandırdıkları şey aslında, yaşamakta olduğumuz çağın sonuydu. Yani, bu çağda yaşayan insanoğlunun dönüşümünün zamanı gelmişti. Yeni bir çağa ve zamana girilecek, eski çağ, yani “Zaman” sona erecekti. Kova burcu, insan sembolüyle temsil edilen burçlardan biridir ve hava elementindendir. Bu şartlarda bu kez değişim, insanlar, bilinç, iletişim ve teknoloji üzerine yaşanacaktır. Hava elementi aynı zamanda, etrafımızı saran uzay ile ilişkilendirilir. Bu yüzden, “Uzay Çağı” olarak da adlandırılıyor.

Bu çağda, bilincin, daha doğrusu grup bilincinin artması, kişiselleşmeden kolektifleşmeye geçiş, bilimin ve aklın ön plana çıkması, yeni bir ekonomik sistemin oluşması, paraya dayalı üretim biçiminden bilgiye dayalı üretim biçimine geçilmesi, insan ve hayvan hakları gibi bireysel hakların önem kazanması gibi gelişmeler bekleniyor.

Ortada farklı hesaplamalar söz konusu olunca dünyamız Kova Çağı’na ya yeni girdi ya da girmek üzere, tam bilemiyorum, ama her iki durumda da yavaş yavaş kendimizi hazırlamakta yarar var. Örneğin, hazırlık amacıyla bir komüne katılabilirsiniz.

Miloš Forman akla gelebilecek tüm ödülleri toplayan Guguk Kuşu’nun başarısıyla kazandığı prestij sayesinde Hair projesini nihayet kabul ettirmişti. Ragtime, Amadeus, Valmont, The People vs. Larry Flynt, Man on the Moon ve Goya’s Ghosts gibi birçok şaheserle döşeli bu yolda ilk durak Hair’di.

Miloš Forman

Beşinci boyut

İnsanoğlu özellikle 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren, Kova Burcu çağının başlamasını beklemeye başladı. Kimilerine göre bu çağa girişle beraber dünya daha yaşanabilir, insan daha paylaşabilir olacaktı. Özelikle bu dönemde bu söylemin bayraktarlığını hippiler yapmaktaydı. Kova çağı açıkça onların temel yaşam değerleriyle neredeyse bire bir örtüşüyordu.

1969 yılında düzenlenen Woodstock müzik festivalinin gerçek ismi “Bir Kova Burcu Sergisi”dir. Joan Baez, Santana, Grateful Dead, Janis Joplin, The Who, Jefferson Airplane, Joe Cocker, Jimi Hendrix, Ravi Shankar, Canned Heat, Ten Years After aklıma ilk gelen isimler… Özellikle de Jimi Hendrix’in kendi tarzında Amerikan Milli Marşı’nı bozarak, bükerek yorumlaması bence zirve noktalardan biridir.

Öte yandan, bu festivalin açılışı için planlanan grup Los Angeles’tan gelen psikedelik rock grubu Sweetwater’dı. Sweetwater genelde The Doors’la sahneye çıkan bir gruptu. Ne yazık ki trafikte takılı kalınca ancak ikinci sırada çıkabildiler ve böylece tarihe Woodstock’ı açan grup olarak geçme şansını kaybettiler. Amma velakin üstelik kendilerine ait olmayan bir şarkıyı meşhur ettiler. Bu şarkı “Aquarius”tu, yani Kova burcu.

Miloš Forman’ın “Hair” filminden bir sahne. Annie Golden (üstte) Treat Williams’ın (altta) saçını kesiyor.

“Aquarius” şarkısı 1967 yılında, o zamanlar ilk kez sahnelenecek Hair müzikali için Galt MacDermont tarafından bestelenmişti. Sözleri yazan James Rado ve Gerome Ragni aynı zamanda Hair müzikalinin oyuncularıydı. Şarkı ise The Fifth Dimension grubu tarafından seslendirildi. Aslında stüdyoda Aquarius, yine aynı kişiler tarafından yazılan The Flesh Failures şarkısı ile birleştirilerek kaydedildi. Ortaya çıkan bu birleşik şarkıyı ise meşhur etmek Sweetwater’a nasip oldu. The Flesh Failure şarkısının halk arasında bilinen ismi ise Let The Sunshine In’dir. Sonuçta bu şarkı 1970 yılında hem The 5th Dimension grubuna hem de bestecisine, aralarında Grammy de olmak üzere bir sürü ödül getirdi. Bunu yanısıra, dünyanın dört bir yanındaki savaş karşıtı insanların sembol şarkısı haline geldi. Meraklısına bir dipnot olarak şu ayrıntıyı vermek isterim: Akıllara “Houston, we’ve had a problem here,” (Houston, bir sorunumuz var) sözleriyle kazınan Apollo 13 uzay roketi misyonunda aya iniş modülü olarak kullanılacak olan, ama sonra astronotları kurtarma modülüne dönüşen aracın adı Aquarius’tur ve bu isim şarkıdan esinlenerek konulmuştur.

Bugün Hair’i izleyen gençlerin “yok artık” dedikleri şeyler, o dönemde birtakım insanlar (burada insan sözcüğünü sıfat olarak kullanıyorum) tarafından sıkça tekrarlanan vaka-i adiyelerdi.

Aynı esnada Prag sokaklarında…

1960’larda ekonomik kriz içinde bulunan Çekoslovakya’da, 1968 Mart’ında yönetim değişikliği yaşanmış ve başa geçen Alexander Dubček ülkede özgürlük rüzgârları estirmeye başlamıştı. Basının özgürleştirilmesi, daha demokratik ve meclislere dayalı bir sistemin kurulması gibi değişik ve önemli düzenlemeler planlanıyordu. Bu dönem “Prag Baharı” olarak da adlandırılır. Hatta federal bir anayasa yazılarak Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti’nin eşit iki ulusa bölünmesi de tasarlanmıştı, ki bu da şu anki iki devletli durumun tohumlarının ne zaman atıldığını bize gösterir.

1943 yılında, daha kendisi 11 yaşındayken, annesi Anna’nın Auschwitz toplama kampında ölmesiyle öksüz, 12 yaşındayken babası Rudolf’un Mittelbau-Dora toplama kampında ölmesiyle yetim kalmış ve akrabaları tarafından yetiştirilmiş Miloš, 1968 yılında Paris’te bulunuyordu. O ana kadar heybesinde kendi yazıp yönettiği dört filmi bulunan Miloš Forman Çekoslovakya Yeni Dalga sinemasının önemli bir figürü haline gelmişti. Belki bunda yatılı olarak okuduğu okuldaki sınıf arkadaşları Václav Havel ve Jerzy Skolimowski’nin etkileri olmuştur. Biri, 1989’da ülkenin cumhurbaşkanı olan bir yazar, diğeri halen Polonya sinemasına ödüller kazandıran bir yönetmen. Hatta, 1967’de Jerzy Berlin Altın Ayı ödülünü alırken Miloš Oscar’a ikinci kez aday olmuştu. Her ikisi de daha üç-dört senedir yönetmenlik yapıyorlardı. Biri ülkesinden uzakta bir yatılı okula bırakılmış, diğeri öksüz ve yetim olarak akrabaları tarafından zorunluluktan aynı okula gönderilmiş iki sınıf arkadaşı…

Miloš’un Paris’te bulunma nedeni ilk defa bir Amerikan yapımında yönetmenlik koltuğuna oturmak için pazarlık yapmaktı. Sonunda el sıkışılmış, Miloš projenin ön çalışmalarını yapmak için ülkesine dönecekken, bağlı bulunduğu film stüdyosu, yurtdışına yasa dışı şekilde çıktığı suçlamasıyla Miloš’u hem ihbar etti hem de işten kovdu. Ayrıca, 1967’deki filmi The Fireman’s Ball ülkede gösterilmesinden kısa bir süre sonra ve 20 yıl boyunca yasaklanacaktı.

Miloš yapımcılarla görüşmeler yapmak için New York’a gitti. Gidiş o gidiş. Ülkesine dönecekken Sovyet tankları Prag’a girmiş ve Prag Baharı’nı kara kışa çevirmişti. Bu şartlar altında Miloš’a dönecek bir ülke kalmamıştı. Hem yasaklı bir filmin yönetmeni hem de yasadışı bir şekilde yurtdışına gitmiş bir “rejim düşmanıydı”. Adeta ABD’de rehin kalmıştı. Sıkıntılı geçen iki yılın ardından proje hayata geçti. Taking Off filmi ayağının tozuyla Cannes’da Grand Prix ödülünü aldı ve 14 parçadan oluşan soundtrack albümüyle de beğeni topladı. Bu onun müzikle ilişkisinin ilk parıltısıydı.

Aynı dönemlerde biyolojik babasının Rudolf değil, Otto Kohn adlı ünlü bir mimar olduğunu öğrendi. Üstelik kardeşi Joseph Kohn 1945’ten beri ABD’de yaşıyordu. Joseph Princeton’da ders veren bir matematik profesörüydü ve bir Yahudiydi. Bu da onu yarı Yahudi haline getiriyordu. Bu kimlik şoku sanırım olumlu bir etki yaptı ki, Miloš’un bir sonraki filmi sinema tarihine geçti: One Flew Over the Cuckoo’s Nest (Guguk Kuşu). Akla gelebilecek tüm ödülleri toplayan bu filmin başarısıyla kazandığı prestij sayesinde uzun süredir beklettiği ve stüdyonun hep askıya aldığı Hair projesini nihayet kabul ettirmişti. RagtimeAmadeusValmontThe People vs. Larry FlyntMan on the Moon ve Goya’s Ghosts gibi birçok şaheserle döşeli bu yolda ilk durak Hair’di.

2018’de vefat edene kadar gerçek ismi Jan Tomas’ı hiç kullanmadı, tıpkı ona çok çıkar sağlayabilecek biyolojik babasının soyadını kullanmadığı gibi.

Karmaşadan oluşan armoni

Daha önce de belirttiğim gibi, 1960’ların sonu Kova burcu çağının başlamak üzere olduğu motivasyonuyla özellikle hippilerin umutlarının arttığı bir yıldır. Fonda küresel marşımız The 5th Dimension’dan “Aquarius” çalmaya başlamıştır.

Claude Bukowski Oklahoma kırsalından ve hatta aile çiftliğinden dışarı çıkmamış bir kovboydur ve kendisi gibi binlerce gencin yaptığını yapıp Vietnam Savaşı’na katılmak için orduya yazılmaya karar verir ve de seçmelere katılmak için New York’a gider. Ordu seçme komitesinin toplanmasına birkaç gün vardır. New York’u keşfetmeye başlar ve yolu Central Park’a düşer. “Aquarius” çalmaya devam etmekte ve parkta baş döndürücü (Twyla Tharp’ın koreografisi ve dansçılarıyla) bir devinim sürüp gitmektedir. İnsanlar grup halinde veya tek başlarına, birbirinden farklı, ama aynı tempoda, yani bir bakıma hem uyum içinde hem de yek diğerinden ayrı figürlerle dans etmektedir. Hatta dansa atlı polislerin atları da eşlik etmektedir. Ortada karmaşadan oluşan bir armoni vardır. Bukowski nereye bakacağını şaşırır ve şarkı bittiğinde birden karşısında George Berger’ı ve liderliğini yaptığı hippi “kabilesi”ni bulur.

Burada İstanbul Film Festivali kitapçıklarındaki gibi yapıp konuyu “ve olaylar gelişir” diye bağlamak mümkün. Öte yandan, zaten 1979 yapımı bir filmden ve 1969’dan beri sahnelenen bir müzikalden bahsedince olaya gizem katmanın bir anlamı yok. Bu tür filmlerde genelde, izleyici hikâyede ne olduğundan çok hikâyenin nasıl anlatıldığıyla ilgilenir. Bu yüzden filmi anlatmaya devam edeyim.

“Yok artık” denen şeyler

Claude bu grupla tanışır ve dostluk kurar, fakat neden bu şekilde yaşadıklarına da bir anlam veremez. Bu arada parkta at binerek yanından geçen Sheila adlı zengin kızına ilk bakışta vurulur. Amma velakin yapacak bir şey yoktur. Toplumun birbirinden tamamen farklı katmanlarından gelen bu iki gencin bir arada olması imkânsızdır.

Bu tür klişeleri saçma bulan Berger ise Claude’u Sheila ile buluşturmak için planlar yapmaya başlar. Kızın sosyetik ailesinin evinde, doğum günü partisi vardır. Bunu bir gazetede gören bizim ekip partiyi basar.  Ve Berger burada elbette yine efsane olan “I Got Life” şarkısını masanın üzerine çıkarak ve masayı dağıtarak seslendirir. Tutuklanırlar, ama Claude son parasıyla Berger’ın kefaletini ödeyip serbest kalmasını sağlar.

Bundan sonraki olaylarda Berger’ın yaptıkları yıllar sonra Mazhar Alanson’a ilham olmuş ki, “Bir Zamanlar Fırtınalar Estirirdim” adlı şarkıda şu sözleri yazmış: İnsan olmak yetmez, yetmiyor zaten / Süpermen, süpermen olmak lâzım bazen.” Bir insanın dostları için fedakârlık yapması o dönem için olağandı. Bugün bu filmi izleyen gençlerin “yok artık” dedikleri şeyler, o dönemde birtakım insanlar (burada insan sözcüğünü sıfat olarak kullanıyorum) tarafından sıkça tekrarlanan vaka-i adiyelerdi. Kısacası o dönemde de süper kahramanlar çoktu, ama tek fark ekranlarda, mecmualarda değil aramızda yaşıyorlardı.

Berger’ın ailesi aslında oldukça zengindir, fakat o, sokaklarda hippilerle yaşamayı tercih etmiştir. Onun bir ideali vardır. Babası ise Berger’ı sadece saçı uzun olduğu için desteklememektedir. Uzun saç gerçekten bir şeylere isyan etmeyi ve düzeni kabullenmemeyi belirten bir göstergedir. Berger arkadaşlarını kurtarmak adına ailesine gider ve annesinden arkadaşlarını kurtaracak kadar bir para alır. Daha fazlasını istemez, almaz.

“Let the Sunshine in!”

Claude hippilerle yaşarken geçen konuşmalarda sürekli Vietnam Savaşı sorgulanır. Esrarla başlayan ve asite uzanan farklı tripleri deneyimler. Sınıf farkını, ırksal ayrımcılığı, cinsel özgürlüğün nasıl linç edildiğini, her şeyin ve herkesin daha fazla çıkar ve kâr için feda edilebildiğini doğrudan ve dolaylı yoldan görür, ama Claude amacından vazgeçmez, vazgeçemez. Onun bazı ezberleri bu kısa sürede aşınmaya başlamış olmasına rağmen kendisi tamamen dışına çıkamamıştır. Gitme vakti gelir ve onu askere uğurlarlar.

Yalnız Berger hâlâ Claude ile Sheila’yı buluşturma peşindedir. Bunun üzerine gidip kızı kaçırırlar. Zaten Sheila da Claude’dan hoşlanmaktadır, gönüllü gelir. Ve bir arabaya atlayarak Claude’un birliğine doğru giderler. Birlikten içeri giremeyince, yakınlarda bir yol üstü barında bir subaya oyun oynayarak giysilerini ve arabasını alırlar. Berger, onun giysileri ve arabasıyla birliğe girip Claude’u birkaç saatliğine kaçırmayı amaçlar.

Filmin en sembolik sahnesine geliriz bu şekilde. Hayatta aç kalmak ve itilmek pahasına bile olsa, hiçbir şey için saçını kesmeyen Berger, sadece birliğe subay kılığında girip arkadaşını bir saatliğine dışarıya çıkarabilmek için saçını keser. Subay kıyafetleriyle içeri girer, Claude’u bulur fakat Claude dışarı çıkamayacağını, çünkü saat başı sayım yaptıklarını belirtir. Bunun üzerine düşünecek fazla zamanı olmayan Berger, Claude ile yer değiştirir, elbiselerini ona verir. Claude dışarıya çıkıp Sheila ile buluşur.

Bu sırada ani bir emir gelir ve tüm askerleri toparlayarak Vietnam’a gönderirler, Berger da içlerinde olmak üzere… Berger şaşkın ve korku dolu bir ifadeyle gün ışığından karanlık uçağa girerken, o meşhur müzik yankılanmaktadır arkadan: “Let the Sunshine in!”

Claude geri gelir, bakar ki her yer boş. Diz çökerek büyük bir çığlık atar. Müzik devam etmektedir ve Berger’ın kabilesi, Claude ve Sheila, Berger’ı ziyarete giderler. Mezarlığa…

Artık sahnede sadece gerçek Woodstock ve Beyaz Saray önündeki gerçek protesto gösterileri vardır. Herkes aynı şarkıyı boğazını yırtarcasına, sağıra duyurmaya ant içmişçesine haykırırken, aynı umudu taşımaktadır: Bırak Güneş İçeri Girsin!

Aşkolsun Milos!

Milos Forman en ufak bir şiddet sahnesi göstermeden savaşın anlamsızlığına, vahşetine ve yanlışlığına işaret etmekle kalmamış, başka savaşların hayatını nasıl perişan ettiğiyle, yani kendi öz yaşam öyküsüyle yüzleşmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda anne ve babasını, Sovyet işgaliyle vatanını ve o güne kadar edindiği her şeyini kaybetmiştir. Tıpkı Woodstock’u dolduranlar gibi, kendisi de Kova burcu çağına aşermektedir. Belki bu yüzden The 5th Dimension’ın seslendirdiği parçanın ilk bileşenini başa, ikinci bileşenini sona alarak tüm filmi bu parantezin, Kova burcu çağı parantezinin içinde çekmiştir. Bu parantezin içinde bir insanın dostluk adına neleri yapabileceğini, (cinsiyet, ırk, sınıf, vs.) ayrımcılığa, savaşa ve militarizme karşıtlığı, insanların “özgürlük” adına neleri feda edebileceğini anlatmıştır. Ve bunu müziğin çığlıklarıyla yapar. Her şarkıda ayrı bir hikâye ve ayrı bir karşıtlık bulunmaktadır.

Claude Bukowski’nin önünde açmaz gibi duran bir seçim vardı: Oklahoma’nın çiftlik yaşamı, New York’un sosyetik dünyası ve hippilerin berduşluğu. Hair bize bunların hepsinin bir arada olabileceğini gösterir. Sonuçta, Claude masumiyetini bozmadan, gönül verdiği sosyetik kızla birlikte, hippilere katılıp savaş karşıtı tavrını ortaya koymuştur. Önümüze konulan seçenekleri reddedip “Ben hepsini, içime sinen taraflarıyla özümseyeceğim” diyebilmiştir. “Hayır” diyebilmeyi becermiştir. Bunu şiddete başvurmadan yapmıştır. Berger bize neyin değerli olduğunu hatırlatmış ve bu uğurda tüm bedelleri ödemiştir. Başrolünde olduğu bir öykünün trajik kahramanı olarak bizlere veda etmiştir. Bu yüzden Hair sahnelerde 55, beyazperdede 45 yıldır gösterilmektedir.

Kıssadan hisseler

Tüm bunları bize sunarken, ders verir gibi bir hali de yoktur Milos’un, ama gene de ben üzerime bazı dersler almıştım zamanında ve o doğrultuda hayatıma devam ettim bugüne kadar. Bu derslerden başlıcaları şunlar:

 

Saçın politik gücünü asla küçümseme:
Bazen insanın hayata karşı tavrını göstermesinin en pratik yoludur saç.
Radikal kararlar almaktan korkma:
Başaramazsan bile efsane olursun. O da olmadı birilerine ilham olursun.
Gerekirse soyun:
Başka bir kıyafet giymek için önce soyunmak şarttır. Çıplakken sadece kendin varsın üstünde.
Umudunu erteleme, hemen umut et, hemen doğ, hemen sev, hemen…:
Sıkışınca astrolojiye de sığınabilirsin, mesela Kova burcuna.
Protesto hakkını kullan:
Protesto hakkını kullanma hakkı için bile çok uğraşman, çok hırpalanman ve bazen çok ölmen gerekebilir. Ama bil ki, o perdeyi çekmezsek, içerisi, içerimiz hep karanlık kalacak. Bırakın güneş içeri girsin.
Previous slide
Next slide

Tüm bu derslerin benim ruhumdaki yankısı ise kekre bir gülümseme oldu. Ne çok katliamlar ne çok linçler girdi hayatımıza; itelemeler, ötelemeler, ötekileştirilmeler, fakirleştirmeler, bönleştirmeler girdi hayatımıza. Hak ettiğimiz, umduğumuz, hayalini kurduğumuz yerde değiliz birçoğumuz. Yine de yüzümüzü güneşe döndüğümüzde tüm gölgeler geride kalıyor.