Bill Ryder-Jones 1996’da, henüz 13 yaşındayken, okul arkadaşlarıyla birlikte daha sonra İngiltere’nin en iyi gitar gruplarından biri haline gelecek The Coral’ı kurdu. 2008’de konserlerden önce geçirdiği panik ataklardan ve ticari açıdan başarılı bir oluşumun üyesi olmaya dair heyecanını yitirmesinden dolayı gruptan ayrılıp kendi kanatlarıyla uçmaya karar verdi. Uçak yolculuklarını doğa yürüyüşleriyle, festival sahnelerini küçük mekânlarla değiş tokuş etti. 2011 tarihli enstrümantal rock albümü If… Liverpool Filarmoni Orkestrası ile kaydedilen, Italo Calvino’nun Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanı için yazılmış farazi bir film müziğiydi. Devamı 2013 tarihli folk kaydı A Bad Wind Blows In My Heart ve 2015 tarihli alternatif rock çalışması West Kirby Country Primary ile geldi. 2018’de yayınladığı Yawn ve onun akustik kardeşi Yawny Yawn ise yavaş tempolu, harap slowcore parçalarından oluşuyordu.
Müzisyen geri dönüp bakınca bu albümleri ya fazla gürültülü ya da bayık buluyor. Biri hariç. Yeni albümdeki parçalardan birine de adını veren ve müzisyenin kişisel deneyimlerinden kara mizah ve samimiyetle bahsettiği kırılgan bir üslûp tutturan “A Bad Wind Blows In My Heart” gerek hissiyatı, gerek karakterleriyle Iechyd Da’nın çıpasını teşkil ediyor. İsmi Gal dilinde “Sağlığına” anlamına gelen albüm beş sene aradan sonra, pandemi tecridi, biten bir ilişki, maddi belirsizlikler ve mental sağlığa dair imtihanların akabinde gelmiş. Kendi temposunda ve stüdyosunda geçmişin şeytanlarıyla, ağabeyinin uçurumdan düşüp ölmesine tanık olmak gibi çocukluk travmalarıyla, alkol ve diazepam bağımlılığıyla yüzleşen Ryder-Jones “This Can’t Go On” örneğinde olduğu gibi yaylı düzenlemeleriyle ruh şahlandıran bir albüm yaratmış. Beklenmedik sample’ları, disco ilhamı, çocuk koroları (“We Don’t Need Them”) ve James Joyce’tan pasajlarla (“…And The Sea…”) oyunlu bir prodüksiyona da sahip olan kayıt müzisyenin Bill Callahan, Spiritualized, Mercury Rev ve Gorky’s Zygotic Mynci gibi kahramanlarına saygıda kusur etmiyor. İncittiklerimize, geri döneceğini umduklarımıza, ait olmaya, sahiplenmeye ve bitişlere dair bu albüm, müzisyenin “It’s Today Again”de de söylediği gibi, yaşamaya dair harika şeylerin yolunda gitmeyen şeylerle iç içe geçmiş olduğunu hatırlatıyor.
Ryder-Jones müziği hüzünle tanımlansa da, madalyonun öbür yüzündeki neşe eksik olmuyor, şarkı yazarı ne kadar dibe vursa da umudu bir ucundan yakalıyor. Müzisyen kendisinin var olmadığı bir dünya tahayyül ettiği “If Tomorrow Starts Without Me”de bile elinden geldiğince anlamlı bir hayat yaşamış olmanın kabullenişiyle huzur buluyor. Kimimiz yaş aldıkça yeni serüvenlere koşuyor, kimimiz az nüfuslu kasabalarda kadim dostlarına ve iyisiyle kötüsüyle en eski anılarına yakın bir var oluşu tercih ediyor. –Yiğit Atılgan
i/o, Peter Gabriel’in 2002 tarihli Up’dan sonra çıkardığı ilk stüdyo albümü. Aklındaki, Up kayıtlarından artakalan –kiminin kökleri 90’lara uzanan– onlarca şarkıyı yeni bir plakta, çok daha kısa süre içinde toplamakmış. Evdeki hesap çarşıya uymamış. Araya dünya turneleri, sosyal sorumluluk projeleri, ödül törenleri, sevdiği parçaları cover’ladığı Scratch My Back, şarkılarının enstrümantal versiyonlarını kaydettiği New Blood, bu kez Gabriel parçalarının yorumlandığı And I’ll Scratch Yours gibi başka albümler girmiş… Bununla birlikte eski gözağrıları hiç unutulmamış, üzerlerinde çalışmayı sürdürmüş, ancak işini nihayete erdirmesi 2022 sonunu bulmuş…
Hikâyenin bundan sonrası da alışıldık şekilde devam etmiyor. Genelde önce bir-iki single, derken albüm çıkar, arkasından turne yapılır. Gabriel ise yeni şarkılarını önce konserlerinde çaldı. On iki adet parçanın her biri de 2023’teki dolunaylara denk gelecek şekilde single olarak yayınlandı. Bu single’ların iki yüzü vardı. Bir taraf Mark “Spike” Stent’in mikslediği bright-side, diğer taraf Tchad Blake’in elinden çıkan dark-side’dı. Albüm de karşımıza bu iki versiyonu içeren iki disk olarak çıktı. (i/o’nun blu-ray versiyonunda, Hans-Martin Buff’ın yaptığı bir üçüncü miks daha varmış.) Karanlık versiyon, adı üstünde, aydınlığın koyusu. Kimi enstrümanlar öne çıkmış, kimisi geride bırakılmış. Ama zaten içimiz kararmışken onu geçelim, anlatacaklarımızı ilk versiyon üzerinden anlatalım.
Albümü açan “Panopticom” için şöyle diyor Gabriel: “Sonsuz derecede genişletilebilir, erişilebilir bir veri küresi insanları birbirine bağlıyor. Bunu hayata geçirebilir, dünyanın kendisini daha iyi görmesini, insanların gerçekte neler olup bittiğini daha iyi anlamasını sağlayabiliriz.” Forensic Architecture, Bellingcat, WITNESS gibi adalet konusunda çalışan gruplarla dirsek temasının ürünü şarkının tuhaf ismi, Jeremy Bentham’ın 18. yüzyılda hapishanelerde kullanılması için ortaya attığı yapı fikri panopticon’dan geliyormuş: Bir çember boyunca yerleştirilmiş hücreler, tam ortada duran gardiyan. Odaların merkez cephesi tamamıyla açık. Dış cephede ise küçük bir pencere var. Mahkûmsanız size bakılmadığı zaman bile kendinizi gözetim altında hissediyor, hareketlerinize çekidüzen veriyorsunuz. “The Court”un ilhamıysa bir diğer aktivist grup NATAMI’den. Adaletin olmadığı bir dünyada “İyi ile kötü arasındaki çizgi kayboluyor / Akılla delilik arasındaki çizgi kayboluyor”. Bu iki yüksek tempolu politik şarkının ardından daha kişisel ve ruhani bir alana geçiyoruz.
Randy Newman baladlarını hatırlatan “Playing for Time”da bizim dediğimiz gezegene uzaklardan bakılıyor. “Güneş geldiği yerde geri dönüyor / Gençler merkeze geliyor, ana babalar kenara çekiliyor / Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda / Yaşadığımız her an gülünç, muhteşem / Tüm anlar gelir ve geçer.” Gabriel’e göre: “Bu şarkı anıları nasıl bir araya getirdiğiniz ve zamanın esiri olup olmadığımızla ilgili. Kendinizi daha cesur, ilginç deneyimlere doğru itmenin iyi olduğunu düşünüyorum, çünkü o zaman benim yaşıma geldiğinizde sizi besleyecek daha zengin anılarınız olur. Ayrıca yaşadığınız her anlamlı deneyimden de ders alırsınız.”
Dördüncü parça, “i/o”, yani input/output. “Gerçekten ayrı olduğumuzu düşünüyorsak / Sırf iki bacağımız, bir beynimiz ve bir kalbimiz var diye / Biz her şeye aitiz / Ahtapotun vantuzuna ve şahinin kanadına / Filin hortumuna, vızıldayan arının iğnesine.” “Four Kinds of Horses”, XL Recordings’in kurucusu Richard Russell’ın Everything Is Recorded projesi için hazırlanmış: “Şarkı geliştikçe fikirleri tetikleyen çok sayıda şey oldu. Bunlar arasında bir öğrencinin manevi uygulamalarına yaklaşmasının farklı yollarını anlatan Budist Dört Çeşit At benzetmesi de vardı. Bir yanda din ve barışın, diğer yanda şiddet ve terörizmin ilginç örtüşmesine de odaklanılıyor. Hany Abu-Assad’ın ‘Vaat Edilen Cennet’ adlı harika filmini de unutmayalım.”
Yirmi küsur yılda onlarca müzisyenin bu albüme emeği geçmiş. Gabriel’in daimi ekibinin, davulda Manu Katché’nin, basta Tony Levin’in, gitarda David Rhodes’un isimlerini anmadan olmaz. “Road to Joy” ise eski dost Brian Eno’nun katkısının olduğu eserlerden. Hayatı dolu dolu yaşamaya, dönüşüp bambaşka varlıkların içinde varolmaya (hani olur ya, yeniden doğuş ihtimaline) bir güzelleme: “Motor durur ve sessizlik saçılır / Delikleri ve yerdeki çatlakları doldurur / Gençler ve Yaşlılar / Kızlar ve Oğlanlar / Dans edin neşeyle yol boyunca! /… / Tam da daha kötüsü olamaz diye düşünürken / Zihin evrene açılır / Uzak bir yıldızda açar gözlerini / Kim olduğunu sana açıkça gösterir / Ben daha çok köpeğimdir, sen daha çok kedi / Sonra bundan sıkılmaya başlarız / Yeniden bir kuş, bir yılan olarak canlanır / Göle atlayıveririz.”
“So Much” yaşlanmak hakkında: “Beden sertleşiyor, yoruluyor ve ağrıyor / Kırışık, lekeli cildinin içinde / Daha da kamufle oluyorsun her on yılda bir / İçinizdeki çılgın gözlü çocuk için / Şimdi gözlerinizi kapatın bir an / Aşağıya bakın, yukarıya bakın / İçinizdeki tüm sıcaklık / Sevdiklerinizden geliyor / Yaşanacak o kadar çok şey var ki / Verilecek o kadar çok şey kaldı ki / Bu edisyon sınırlı / Yapılabilecek o kadar çok şey var ki…”
Gabriel’in hızlı ve gizemli bir şarkı yazma niyetiyle başladığı “Olive Tree” ise “doğa ve diğer zihinlere bağlanmayı” konu alıyor: “Yalnızca bizimle alâkalı ve önemli görünen şeyleri görüp dinlemek istediğimizde, diğer her şeyin gürültüsünü dışarıda bıraktığımızda çoğu zaman benmerkezci oluyoruz.” “Love Can Heal”, sanatçının tanımıyla, her şey birbirine dokunurken, öne çıkmayan parçaların bütünü oluşturduğu bir ses halısı. “This Is Home”sa Motown ritmlerinin modernleştirildiği bir aşk şarkısı.
“Babam için bir şarkı yazmıştım: ‘Father, Son’. Annem öldüğünde onun için de bir şeyler yapmak istedim, ama kendimi bu konuda rahat ve mesafeli hissetmem zaman aldı… Bizimkilerin beğeneceği bir tarzda yazmaya çalıştığım için 40’ların şarkılarına gittim. Annem klasik müzik severdi, buradaki güzel çello o yüzden.” Sanatçının “Evin içinde dolaşıyorum / Yaşadığımız yer / Dolaplar palto ve şapkalarla dolu / Her yerde varlığınız / Ve her köşede anılar oluşuyor / Güneş gibi ısıttın bizi / Ve her sabah orada olurdun / Şimdi gittin / Güneş gibi ısıttın beni” dediği “And Still”in öyküsü de işte kısaca böyle.
Kapanışı yapansa bağışlama, hoşgörü ve iyimserlikle dolu “Live and Let Live”. “Ortadoğu’da veya Ukrayna’da olup bitenlere bakarsak, dünya her yerinde hâlâ şiddet ve vahşetin olduğu bir yer. Elinde bir demet çiçekle ortalıkta dolaşmak, af vaaz etmek basmakalıp ve acıklı görünebilir. Yine de uzun vadede insanların böyle bir yol bulması gerektiğini düşünüyorum. Barış ancak başkalarının haklarına saygı duyduğunuzda gerçekleşir. Bunun benim için gerçekten önemli bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Ya o acıya ait olursunuz ya da kendinizi özgürleştirirsiniz. Ve affetmek kendinizi özgürleştirmenin çok etkili bir yoludur.”
Wikipedia’da diyor ki, Gabriel on iki yaşındayken ilk şarkısı “Sammy the Slug”ı yazdı. Bu sıralarda teyzesi ona profesyonel şan dersleri alması için para verdi, ama o, parayı Beatles’ın ilk stüdyo albümü Please Please Me‘yi satın almak için kullandı. İyi ki öyle yapmış da, bir ayağı pop’ta, diğeri avangard’da mükemmel albümlere sayısız defa imzasını atabilmiş. Burada da bir defa daha, üzerinde çok çalışılan işlerin eskimesi, anlamını yitirmesi, altının yanma ihtimali varken, pırıl pırıl bir rock’la, ölüm, ölümsüzlük, dünyanın ahvali, gelip geçiciliği, insan, aile, aşk üzerine bilgece (kim bilir, belki biraz da fazla iyi niyetlice) sözlerle karşımıza çıkıyor büyük usta. Eski topraklar zaten kaçırmaz, ama 2000’lilerin, 2010’luların da kendilerini bu büyük zevkten mahrum etmemelerini öneririz. –İlker Aksoy
Peter Gabriel’in yaşlanma ve ölüm üzerine kafa yorması anlaşılabilir. Ama, ‘81’li Danny Brown’ın bu mevzulara bu kadar erken girmesine ne demeli? Detroit’li rapper’ın 2011 tarihli çıkış albümününün adı XXX, yani Romen rakamlarıyla otuzdu. İki sene sonra çıkardığı plağına verdiği isimse Old, yaşlı! Quaranta da meğerse İtalyanca kırk demekmiş! Aslen neşeli, komik, sosyal medyada insanlarla iletişime geçmeyi seven, Youtube’da program yapan, hatta stand up şovlarına çıkan birisi Brown. Ama Robin Williams’ın bile depresyonla didişip yenilebildiği dünyamızda karanlıkla boğuşmak kolay mı… Brown’ın bir de geçmişten beri taşıdığı ölüm korkusu var ki, geçtiğimiz senelerde madde bağımlılığını başa çıkamayacağı seviyelere taşımıştı. Pandemide kaydedilen Quaranta’nın iki yıl gecikmeyle çıkmasının sebebi de rehabilitasyonda olmasıydı. O sıralarda Twitter’da bol bol iyi dilek ve desteklerimizi istemiş, biz de gönderilerini gördüğümüz yerde like etmiştik. Mücadelemiz işe yaramış ki, 2023 çoğumuz için berbat geçerken, Danny Brown, dostu JPEGMAFIA ile önce Scaring the Hoes isminde on numara beş yıldız bir albüm çıkardı, ardında da solosu Quaranta ile seneyi mükemmel bir şekilde kapadı.
“3X’den beri çok şey değişti” diye açıyor yeni albümünü: “Birkaç araba ve bir ev satın aldım / Neredeyse bir eşim olacaktı, olan bitene uyandı, beni bıraktı / Şimdi şurada oturuyorum, hayatın neyle ilgili olduğunu sorguluyorum / Hayatı müzikten ayırabilir misin? / Fikrim yok, aptal bir zenciyim şimdi / Kendi başıma bunu bulmalıyım /…/ Bu rap işi hayatımı kurtardı, ama aynı zamanda da sikip attı.” Ve biz de böylece sanatçının en kişisel eserine doğru ilk adımımızı atıyoruz.
Plaklarını uç ve yenilikçi müzikleri bünyesinde toplamasıyla meşhur Warp’tan çıkaran Brown’ın şarkılarını tanımlamak kolay olmadı hiçbir zaman. Değişken, oynak ve uçucular. Old-school hip hop elementlere bol bol yer veriyorlar. Sevmek için zaman ayırmak, zevk almak için bolca dinlemek gerekiyor. Sonrasındaysa su yolunu buluveriyor. Quaranta’da da kaide değişmemiş. Bunlar dışında ne diyebiliriz? En rock-sever rap’çi olarak tanıdığımız Brown, plağın ilk yarısında elektro gitarlarla, rock ve caz davullarıyla –The Alchemist prodüktörlüğündeki “Tantor” ile “Ain’t My Concern” iki örnek– gümbür gümbür yol alıyor. “Jenn’s Terrific Vacation”da mahallesindeki soylulaştırma meselesi merkezde: “Burada crack içilirdi / Şimdi organik bahçe oldu.” Ancak değişen sadece mahalle değil tabii ki. Zamanında “Die Like a Rockstar” diye parçalar yazan müzisyenin artık kendisi de yediğine içtiğine, uyku saatlerine dikkat ediyormuş.
Yaş kırk iki, kırk üç. Yolun yarısı aşılmış desek, belki sırf bu sebepten ikinci bölümünden itibaren, albüm de nefeslenip sakinleşiyor. Brown’ın düşüşünü konu ettiği “Down Wit It” albümün en iç karartıcı kesiti: “Dostum bana ‘yavaşla’ dediğinde onu dinlemeliydim” diyor, sorumsuz yaşam tarzı nedeniyle bozulan aşk ilişkisinin yasını da tutarken. Takipçileri “Celibate”, “Shakedown” ve albümü kapatan “Bass Jam” de düşük tempolarıyla göze batıyorlarlar. Ancak bu enerjiyi de düşürüyorlar anlamına gelmiyor. Tam tersine, müzisyenin belki de en güzel şarkıları bu bölgede sıralanmış: “Yaş yaklaşıyor diyorlar, ben de ölümden kaçıyorum / Zaman kimseyi beklemez, vakit kaybetmeyin.” Öyleyse dostlarımızın tecrübelerinden yararlanalım. Lafı uzatmadan biz de yazımızı “Hanami”deki uyarısıyla bitiriverelim. –İ.A.
Geride bıraktığımız yılın rock, rap ve deneysel pop sularına, popüler Anglosakson müziklerinin temel eğilimlerine kuşbakışı…
2023 yılının kısa bir değerlendirmesine “iyi ki hâlâ buradalar” dediklerimizle başlayalım. Örneğin Shoegaze efsanelerinden Slowdive, dream pop’a yelken açtığı kaydı everything is alive albümüyle yeni nesil müzikseverlere dokunmayı başardı. Emektar indie pop grubu The Clientele ise, I am not There Anymore ile yirmi yıllık kariyerinin belki de en iyi albümünü kaydetti. Onlar gibi müzik yaşamında yirmi yılı devirirken ardında neredeyse hiç boş işi olmayan ANOHNI (zaman zaman Antony), grubu the Johnsons’ı yeniden yanına aldığı My Back was a Bridge for You to Cross ile Marvin Gaye ve Nina Simone’un döşediği taşlar üzerinde dünyanın hal-i pür melalinden dert yanarken, Atlanta’nın en iyisi André 3000, en az 25 yıldır beklenen solo albümünü (New Blue Sun) rap’iyle değil, üflemelileriyle kaydetti. Yo La Tengo 1986’dan beri devam eden müzik yolculuğunu This Stupid World albümüyle ve çoğunlukla yenilikçi albümleri ödüllendiren Wire dergisinin yıl sonu listesinin tepesinde yer alarak taçlandırdı. PJ Harvey, her birine birer başyapıt sığdırmayı başardığı üç farklı onyıldan sonra, I Inside the Old Year Dying ile dördüncü onyılın başlangıcında da teklemedi ve zaten çoktan edindiği efsane statüsünü sağlamlaştırdı.
PJ Harvey’nin ilk dönemlerindeki güdüsel enerjiyi sahiplenen Caroline Polachek, 2010’lar ortasından itibaren St. Vincent ve Mitski’nin sürüklediği art-pop sound’uyla kotardığı Desire, I Want to Turn Into You ile büyük çıkışını 2023’te yaptı. Mitski ise, The Land Is Inhospitable and So Are We albümünde, Weyes Blood ve Angel Olsen’in parametrelerini belirlediği geniş orkestralı hüzünlü pop sound’uyla yıllardır karanlığın içinden çıkardığı komediyi birleştirerek yeni kimliğini buldu. Phoebe Bridgers, Lucy Dacus ve Julien Baker’ı bir araya getiren yılın süper grubu boygenius, the record ile hiyerarşisiz işbirliği dersi verdi. Sufjan Stevens, 2021’deki Carrie and Lowell sonrası bir başka gönül dağlayan albüm Javelin’i yayınlamadan önce guillain-barre sendromundan muzdarip olduğunu, yürümekte zorlandığını, fakat tedaviye başladığını bildirdi.
André 3000 flüt çaladursun, veliahti Danny Brown biri JPEGMAFIA ile birlikte (Scaring the Hoes), diğeri ise solo (Quaranta) iki harika rap kaydıyla yılı tamamladı. New York’lu emektar yeraltı rap sanatçısı billy woods, karşı kıyının prodüktörlerinden Kenny Segal ile kaydettiği Maps ve hemşehrisi prodüktör Elucid ile ortak projesi Armand Hammer mahlasıyla yayınlanan We Buy Diabetic Test Strips ile artık üçüncü altın dönemi kapanan hiphop müziği deneyselliğiyle, Noname ise üçüncü albümü Sundial ile türün protest karakterini benzersiz şarkı yazarlığıyla dipten beslemeye devam etti.
Bir kapı kapanırken diğeri açılırmış. Soul ve r&b müziğin üçüncü altın dönemi, tıpkı ikincisinde olduğu gibi kadın müzisyenlerin öncülüğünde devam etti. Avangard r&b sanatçıları L’Rain I Killed Your Dog, Kelela ise Raven isimli üçüncü albümleriyle aynı anda ana akıma terfi ederken yaratıcı özgürlüklerinden taviz vermediler. Janelle Monáe, 13 yıl önce başladığı kariyerinde çoktan gördüğü ticari zirveyi The Age of Pleasure albümüyle bir kenara bırakıp kişisel bir dönüşüme yöneldi. SZA ilkinden beş yıl sonra yayınladığı ikinci albümü SOS ile müziğini gospel ve psychedelia ekseninde yenileme cesaretini gösterdi.
Rap’te olduğu gibi bir duraklama döneminde olan elektronik müzikte Amerikalı prodüktör Jlin Perspective EP’siyle kendisiyle yarışmaya devam etti. İki İngiliz meslektaşından hemcinsi Loraine James Gentle Confrontation albümüyle bir kez daha büyük bir karmaşanın içinde insana dair çok çeşitli duyguları yansıtmayı başardı. Britanya’daki diğer isim, 45 yaşındaki prodüktör James Holden Imagine This is a High Dimensional Space of All Possibilities ile son birkaç yılın en kulak dostu ve melodik elektronik albümüne imza attı. Önümüzdeki yılların trendini belirlemeye devam eden Londra caz sahnesinde Yussef Dayes’in funk, soul ve afrobeat’i eritip bir araya getiren (nihayet) en iyi albümü Black Classical Music’i ve Alfa Mist’in r&b ve blues ekseninde genişleyen Variables’ı önümüzdeki yola ışık tuttu. Ve çağımızın en yaratıcı sanatçılarından biri olan Moor Mother, grubu Irreversible Entanglements ile bir kez daha yılın en devrimci albümüne, Protect Your Light’a imzasını attı.
Keşke hâlâ burada olsalardı dediklerimizle bitirelim: New Yorklu trompetçi Jaimie Branch, genç yaşta hayatını kaybetmeden önce kaydettiği albümü Fly or Die Fly or Die Fly or Die ((world war)) ile veda etti. Ryuichi Sakamoto ise, haberdar olduğu ölümünden önce, David Bowie gibi bir bilinçle kaydettiği veda albümü 12 ile aramızdan ayrıldı. Gidenlere teşekkürlerimizi sunarken, 2024’e de “iyi ki hâlâ buradalar dediklerimizle” başladık, umarız ki öyle sürdürelim. –Utku Toy
My Back Was A Bridge For You To Cross
Bu Toprak Senin
Mawja
Hadsel
Vapor
Defansif Dizayn
Zaman Sinekleri
Action Adventure
Can’t We Do Tomorrow Another Day?
History Books
Fly or Die Fly or Die Fly or Die ((world war))
God Games
KRISTALL
Musow Danse
Return to Archive
Autopoiética
I Des
Black Bayou
Hackney Diamonds
Koca Öküz
Hunger Games
Red Flags
İskeletin Düğün Halayı
Junkies What I Lost
Celestial Candyfloss
Te Mata
Caesar on a TV Screen
Nothing To Declare
Twenty Things
Monks Post-Post-
kısa devre
Don't Take It Personal
Untidy Creature
Friend Of A Friend