KIRAAT
FAŞİZM VE PROPAGANDA

İlkinde trajedi, ikincisinde başka bir trajedi: faşizm

Türkçeye yeni çevrilen kitabı Faşizm ve Propaganda’da ABD’deki bir radyo programını faşizm kategorisi altında incelemesi Adorno’nun kendisinden sonraki kuşaklara sunabileceği en güzel “hediye”. Bu hediyeye biraz daha yakından bakalım.
Göksun Yazıcı
KIRAAT
FAŞİZM VE PROPAGANDA

İlkinde trajedi, ikincisinde başka bir trajedi: faşizm

Türkçeye yeni çevrilen kitabı Faşizm ve Propaganda’da ABD’deki bir radyo programını faşizm kategorisi altında incelemesi Adorno’nun kendisinden sonraki kuşaklara sunabileceği en güzel “hediye”. Bu hediyeye biraz daha yakından bakalım.

Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i’nde, III. Napoléon’un lumpen proletaryayı, fırsatçıları ve askeri liderleri yanına alarak yaptığı darbeyi anlatırken, o ünlü ifadesi dile gelir. Amcası Napoléon Bonaparte’ın yaptığı darbeyi III. Napoléon’un darbesiyle karşılaştırırken, Hegel’in tarihsel büyük olayların ve kişilerin genellikle iki kez ortaya çıkması gözlemini paylaşır, ama bu gözleme şunu ekler: “Birincisinde trajedi, ikincisinde fars” olarak ortaya çıkmaktadır tarihsel olaylar ve kişiler. Faşizmin tarih ve coğrafyada kendisini tekrar etmesini “trajedi / fars” değil, “trajedi / başka bir trajedi daha” şeklinde nitelendirirken Marx’a haksızlık etmiş olmayalım. Marx, tarihsel olaylar ve kişilerden söz ediyor tarihsel tekrarların trajedi-fars örüntüsünü ortaya koyarken. Faşizm ne tarihsel bir “olay” ne de tarihsel bir “kişilik”. Faşizm olayları, sistemleri, eril milliyetçi kültürü, bu kültürün ürettiği kişileri içeren, olay ve kişilikten çok daha kapsamlı siyasi bir pratik ve propaganda.

Faşizm, Ur-Faşizm’i tanımlayacak kadar temel özelliklere sahip bir taraftan, diğer yandan farklı dozajlarda olsa da egemen propaganda aygıtlarını belirleyen bir anlayış. Dolayısıyla, tekrar etmesinde şaşılacak bir şey yok ve her seferinde ağır yıkım ve trajedi yarattığı da aşikâr.  

Faşizmin modüler olduğunu ve “parça parça” da üretebileceğini, liberal demokrasilerin kalbinde filiz açan faşist alanlar olabileceğini bizlere sezdirmesi açısından Adorno’nun bu kitabı çok önemli. 

Adorno’nun Türkçeye yeni çevrilen kitabı Faşizm ve Propaganda’da şaşırtıcı olan, ABD’de aşırı sağcı Hıristiyan Evanjelist Martin Luther Thomas’ın radyo programlarını faşizm kategorisi altında analiz etmesi. Şimdiye kadar ABD’deki siyasi akımlar hakkında pek çok şey söylendi, ama Klu Klux Klan’ın bile faşizmle birlikte anıldığını duymadık.

Elbette ırkçılık, aşırı sağ gibi kavramlar da oldukça ağır bir yıkımı imliyor, fakat liberal demokrasinin beşiği kabul edilen ABD’deki bir radyo programının “faşist” diye anılması açıkçası alışılmadık bir durum. Fakat Adorno her zaman, her yerde okurlarını biraz şaşırtabilir. Yeri gelir, eleştirel kuramın en büyük teorisyeni olarak, öğrenci hareketini desteklemediği için kampüse polisi çağıran kişi olur, ya da caz müziğinin doğaçlamalarına üstten bakar, Avrupa üst-kültürüne getirilecek eleştirel bakış ve atonal yabancılaşma Siyah müziğini değerlendirmesinin önüne geçer. Diğer yandan, ABD’deki bir radyo programının faşizm altında incelenmesi Adorno’nun kendisinden sonraki kuşaklara sunabileceği en güzel “hediye”. Bu hediyeye biraz daha yakından bakalım.

Meşruiyet sorgulaması

Theodor W. Adorno, Faşizm ve Propaganda, çev. Müge Çavdar, Sel Yayıncılık

Şimdilerde “neoliberal otoriterlik”, “otoriter rekabetçilik” gibi değerlendirmeler, örneğin Türkiye’nin siyasal rejimine dair “faşizm” sorgusuna giriştiğinizde verilen cevaplar, Türkiye’deki rejimin faşizmden farklı olduğudur. Faşizm sanki gruplar halinde gezen silahlı paramiliter güçlerin şiddet eylemlerine eşittir. “O kadar da değil” denir, “otoriter rekabetçilik faşizm değildir”. İşte Adorno’nun bize verdiği “hediye” bu gibi durumlarda işlevli oluyor.

Her rejime “faşizm” demenin analitik yeteneğimizi körelttiğini iddia eden siyaset bilimciler şu konuda yanılıyor: Faşizm çok yönlü özellikleri olan karmaşık bir sistem ve bu özellikleri örneğin “psikolojik teknikleri” pekâlâ “otoriter rekabetçilik”te de kullanılabilir. Bu özelliklere “faşizm/faşist” demek ise, Adorno’nun bize hediyesi: Sistemin meşruiyetini sorgulayan bir kavramdır “faşizm”, bir sistemi gayrimeşru ilan edebilen eleştirel bir kavramdır, sadece bir tespit değil. Yani liberal demokrasinin tayfı içinde tanımlanan “otoriter demokrasi” gibi bir kavram bu sisteme liberal demokrasi dahilinde meşruiyet verirken, “faşist” ögeler onun meşruiyetini sorgulatır.

Faşizm aslında sistemin meşruiyetini sorgulama olanağı veren kavramdır; hediye budur. Modernizme inancı kalmamış, hiçbir modern toplumsal harekete inancı olmadığı için öğrenci hareketine burun kıvırmış Adorno, bizlere sistemlerin meşruiyetini sorgulatıp bir kalkışmaya kışkırtan kişidir de. Faşizmin “bilinçdışı, ama akılcı propaganda aygıtlarını” kimse onun kadar keskin görmemiştir. Öğrenci hareketi tam da bunu anladığı için onun kapısına gitmiştir, çünkü Adorno’dan aldıkları kavramlar kendini meşru sayan bir sisteme karşı ayaklanmalarının anahtarı olmuştur. Ama teorisyen Adorno yerine, korkmuş, travmalarının etkisinde, yaşlı, muhafazakâr, yorgun bir Yahudi erkekle karşılaşmışlardır. Ne diyelim, büyük talihsizlik!

Adorno’nun altını çizdiği önemli bir nokta faşizmin bir yöntem olmasıdır. Faşizmin kendisini yineleyerek ve yenileyerek tekrar edebilmesi, aslında güçsüzlükmüş gibi görünen esnekliği ve adaptasyon yeteneği sayesindedir. Faşizm topyekûn bir siyasi programa dönüşmeden de yaşayabilir.

Faşizm sadece bir siyasi sistemin tarihsel olarak dökümü değil, aynı zamanda, rejimlerin meşruiyetini sorgulayan eleştirel bir kavram. Adorno propaganda teknikleriyle ve “bilinçdışı, ama akılcı aygıtlarıyla” faşizmin modüler olduğunu anlattı, dolayısıyla bu modüllerle karşılaştığımızda sistemin meşruiyetini sorgulamanın davetini çıkardı. “Dünyayı anlamak” derken onu değiştirmenin de içinde olduğu bir dil oluşturdu.

Otoriter/rekabetçi gibi kavramlar, hâlâ mevcut rejimlere meşruiyet veren modellemeler olduğu için, aslında “dünyayı anlamanın” değiştirme isteğinden özenle ve neredeyse cerrahi şekilde ayrılmasını da sağlayan ana akım siyaset bilimi modelleri. “Faşist/faşizm” kavramına da bu kadar meşruiyet dışı bir anlam veren sadece yaptığı kırımlar ve anti-semitizm değil, anti-faşist mücadelenin bu kavramı meşruiyet dışı ilan edebilmesi.

Diğer yandan, sömürgecilik ve kölelik de en az faşist Almanya’nın yaptıkları kadar korkunçtur. Bunların faşizm gibi tınlamamasının bir sebebiyse, ne yazık ki, bu korkunç kıyımların iki dünya savaşını kazanan tarafın kıyımları olması. Başka bir deyişle, köleciliği ve sömürgeciliği hâlâ faşizmi yargılayabildiğimiz gibi yargılayamadık.

Faşist” dendiğinde “hayır, ben faşist değilim” diye sıçrayan siyasi rejimler, “sömürgeci, köleci” dendiğinde yerinden sıçramıyor. Faşizm diğer yandan savaşta kaybedene ait bir kötülük olduğu için de meşruiyet sorgulatıyor. İşte Adorno bu kavramı tam da Birinci Dünya’nın liberal demokrasisinin içindeki propaganda aygıtına taşıyarak bu derin meşruiyet sorgulamasını ABD için de yapıyor ya da bizlere bunu yapabilmemiz için kavramlar sunuyor.

Ocak 1969’daki öğrenci işgali üzerine fakülteye polis çağıran Adorno 22 Nisan’daki derste sosyoloji öğrencileri tarafından “Bir kurum olarak Adorno öldü” denerek protesto edilmiş, özeleştiriye davet edilmişti. Üç feminist öğrencinin ellerinde güllerle kürsüye gelip göğüslerini açarak hocalarını öpücüğe boğması tarihe Busenattentat (meme eylemi) olarak geçti. Bu olay üzerine rapor alan Adorno bir daha kamusal alanda görünmedi, 6 Ağustos’ta hayata gözlerini yumdu.

Modüler faşizm

Faşizm ve Propaganda kitabında Adorno ABD’ye “faşist” demiyor, ama aşırı sağcı Hıristiyan bir radyo programının faşist psikolojik tekniklerinin dökümünü yapıyor. Bu yaklaşımı “modüler faşizm” gibi bir anlayışla tanımlayabileceğimizi düşünüyoruz. Adorno “modüler” gibi bir kavramı kuşkusuz kullanmazdı, fakat topyekûn “faşist” diyemediği ABD’nin kalbinde faşizmin propoganda tekniklerini tespit etmesi, faşizmin bir çeşit modüler yapıda, parça parça oluştuğunu, sistemler arasında transfer olabildiğini söyler nitelikte.

Aşırı sağcı radyo programını “Thomas Yöntemi” gibi ayrı bir başlıkta incelemesi, Almanya dışında da faşist yöntemlerin geliştirilebildiğini anlatıyor bizlere. Alman faşizmini yansılayan, değiştirerek tekrarlayan faşist bir propaganda modeli bu. Adorno, ABD’nin kalbinde biçimlenen faşist propoganda yöntemini, Thomas yöntemini şöyle irdeliyor:

Thomas’ın dinleyicilerini idare etmekte kullandığı yöntemin irdelenmesi, bu yöntemin birbirinden son derece farklı öğretileri olan pek çok faşist ve antisemitist ajitatör tarafından sıkça kullanılmasının yanı sıra, daha özel bir nedenden ötürü de hayli elzemdir. Hem Thomas hem de benzerleri için yöntem, yani işin ‘nasıl’ı, içeriğinden, yani ‘ne’den daha önemlidir.

Thomas esasen insanların manipüle edilip kendi örgütünün üyeleri haline getirilmesini amaçlar ve son tahlilde her şey bu amaca hizmet eder. Fikirler ve önermeler, yalnızca yem niteliği taşıdığından yok denecek kadar az nesnel ağırlığa sahiptir. Thomas bir yandan gerçek amaçlarını ifşa etmemek için hayli temkinli davranmaktadır. (…) Eski bir Alman şoven düsturu olan ‘her zaman düşün, ama asla adını anma’ ilkesine uyar.” (s. 39)

Diğer bir deyişle, Adorno aslında bizlere faşizmin bizzat modüler olduğunu, parça parça bir yerden diğer bir yere aktarılabildiğini de anlatmaktadır bu kitapta. “Güçlü bir demokrasi geleneği” olduğunu düşündüğü ABD’nin radyosunda faşist propaganda teknikleri cirit atmakta, kendine yer bulmaktadır. İşte bu yüzden bu radyo programını analiz etmek elzemdir. Bu teknikler Nazi tekniklerini yansılamakla kalmaz, bulduğu yeni bağlamında tekrar ederken yeni teknikler yaratmaya da muktedirdir. Birincisinde trajedi, ikincisinde de bir başka trajedi ortaya çıkar.

Wittgenstein’ın Tractatus kitabında kendi önermeleri için söylediğini Adorno’ya uyarlarsak, Adorno bir merdivendir. Çıkmak istediğimiz yere çıktıktan sonra, onu da kaldırıp kenara koymamız gerekir.

Kitle iletişim araçlarının gücüyle yeni tanışan Adorno’nun bugün ileri teknoloji ve sosyal medya vs. çağında bize söyleyecek bir şeyi olabilir mi hâlâ? Radyo ile akıllı telefonların ulaşabildiği ve etkileyebildiği kitleselliğin karşılaştırılamayacağı çok açık. Fakat faşizmin bizzat modüler olduğu ve “parça parça” da üretilebileceğini, liberal demokrasilerin kalbinde filiz açan faşist alanlar olabileceğini bizlere sezdirmesi açısından Adorno’nun bu kitabı çok önemli.  

“Liberal demokrasi”deki propaganda tekniklerini “modüler faşizm”le ele almak daha radikal bir eleştiri anlayışı getirmemizi ve rejimlere liberal demokrasi anlayışının getirdiği meşruiyetin ötesinde bakabilmemizi sağlayabilir. Örneğin, “fikirlerin havada uçuşma tekniğinin” bir kitleyi sadece nasıl peşinden sürükleyebileceğini değil, aynı zamanda nasıl biçimleyebileceğini bugün de tartışmalıyız: “Dinleyicilerin düşünme yeteneklerinin kinik şekilde küçümsenmesi… zihinsel olarak çıkarsama sürecini yürütemeyen (bir kitle)…” (s. 45)

Adorno’nun faşizmi modüler, parça parça transfer edilebilir görmesinin yanısıra, altını çizdiği en önemli diğer nokta da faşizmin bir yöntem olmasıdır. Faşizmin kendisini yineleyerek ve yenileyerek tekrar edebilmesi, aslında güçsüzlükmüş gibi görünen bu esnekliği ve adaptasyon yeteneği sayesindedir. Faşizm topyekûn bir siyasi programa dönüşmeden de yaşayabilir:

Thomas’ın konuşmalarındaki somut siyasi içerik, uyguladığı yönteme kıyasla çok daha önemsiz bir role sahiptir. Dinleyicilerine faşist mantıkla uyguladığı ‘yumuşatma’, ne tutarlı bir siyasi programa dönüşür ne de mevcut toplumsal ve siyasal koşullara yönelik tutarlı bir eleştiri sunar. Sergilediği tavır büsbütün teoriden uzaktır. Bunun nedeni, kısmen dinleyicilerinin zihinsel becerilerini hor görmesi, kısmen ‘pratik olma’ çabası, belki kısmen de aslında onun da aklında kesin bir program olmayışıdır.

Günümüzdeki pek çok faşist ajitatör gibi, Thomas da siyasi ve toplumsal meselelere kafa yormak yerine, başarı ve ün kazanmış modern otoritarizm modellerini canla başla taklit etme güdüsüyle hareket etmektedir. Bu ateorik tavır, Mussolini rejiminin ilk günlerinden itibaren gözlemlenebilir ve en derinlerde bizatihi otoritarizm örüntüsünü dayanak alması muhtemeldir” (s.115).

Diğer bir deyişle, faşizm bizlere sandığımızdan hep daha fazla yakın ve düşündüğümüzden daha tanıdıktır. Örneğin, Adorno’nun beş propaganda aygıtı olarak sıraladığı propaganda aygıtları. “Bir Bilseniz” aygıtında hep görünenin ardındaki korkunç dış güçler meselesi bugünün modüler faşizminin en iyi örneklerinden biri olabilir. Ya da “Kirli Çamaşır” aygıtı. Hedefteki kitlenin “skandalları, gizli oyunları, sapıklıkları”nın (s. 69-72) ortaya konarak egemen kitlenin kışkırtılması bizim de yakından tanıdığımız bir propaganda biçimi.

Bilinçdışı propaganda tekniklerinin akılcılıkla birleşerek yarattığı büyük kitleyi, yani kendi küçük çıkarını kasaba kurnazı aklıyla takip ederken büyük bir onur savaşı verdiğine inanan egemen saldırgan kitleyi bugün de yakından tanıyoruz. Adorno’nun aygıtlarıyla, teknikleriyle tanımladığı faşist propaganda modüllerinin çalışma biçimlerine karşı direniş, liberal demokrasi içinde meşrulaşan “muhafazakâr liberal”, “otoriter rekabetçi” modellemelerinden daha kuvvetli olabilir, bir ihtimal. Bu ihtimalin bile büyük bir hediye olduğunu kabul etmek zorunda kaldığımız günlerdeyiz.

“Merdiven”i terk etmek

Adorno elbette 20. yüzyılda kaldı. Parçalanmış gerçeklik, küreselleşme sonrası finans kapital, kadın ve LGBTİ+, non-binary özneler, öznellik üretimleri, parçalı direnişler gibi gelişmelerden doğal olarak hem bihaber hem de bunlarla heyecanlanmayacak kadar da 20. yüzyıl insanı. Adorno’yu terk etmenin zamanı çoktan geçiyor bile olabilir.

Wittgenstein’ın Tractatus kitabında kendi önermeleri için söylediğini Adorno’ya uyarlarsak, Adorno bir merdivendir. Çıkmak istediğimiz yere çıktıktan sonra, onu da kaldırıp kenara koymamız gerekir. Evet, Adorno’yu unutalım artık, onun 20. yüzyıla sımsıkı bağlı analizleri belki de bugün bize kılavuzluk edemez. Fakat, Adorno’nun “hediyeleriyle” ilerleyebiliriz.

Modüler bir faşist propaganda aygıtının tanımlanmasıyla, faşizm ögelerinin savaşın kazananlarının “liberal” sisteminin içinde tanınabilmesini sunuyor Adorno. Bir sistemi gayrimeşru ilan etmenin diğer bir yöntemi olan faşizm eleştirisini “faşizm modülleri”yle Birinci Dünya’nın eleştirisine taşıyan Adorno “liberal sistemleri” ve onların “otoriter rekabetçi” gibi kavramlarla meşruiyet verilen modellerini derinden sorgulamanın bir yolunu sunabilir.

İÇİNDEKİLER
RADYO EXPRESS: FİLİSTİN DOSYASI
ŞEHİR HATLARI
HAYAT VE SANAT
HAL VE GİDİŞ
EKONOMİ POLİTİK
KIRAAT
AĞIR EXPRESS
MÜZİK DOLABI