RADYO EXPRESS
FİLİSTİN DOSYASI

FİLİSTİN’DE İKİNCİ NAKBA VE YOK OLMAYACAK BİR DAVA

Haklı bir dava,
hayran olunası bir halk

Gazze eşi benzeri görülmemiş bir ateş altında. Nakba’dan 75 yıl sonra, ikinci ve çok kanlı bir Nakba bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşiyor. Topyekûn bir halkı, özellikle çocukları ve sivilleri hedef alan saldırılara son verilip ateşkes sağlandığında ortaya çıkacak manzarayı tahayyül etmek zor. Binlerce Filistinlinin bedeniyle birlikte uluslararası hukukun son kırıntıları ve kurumları da Gazze’nin enkazı altına gömüldü. Böyle trajik zamanlarda, sürmekte olan bir savaşın içinden konuşmak hiç kolay değil. Ömrünün elli yılını Filistinlilerin sahneden silinmesine karşı mücadeleye adamış hukukçu ve tarihçi, yazar Elias Sanbar boğazı düğümlenerek anlatıyor, açıklıyor...

Derleyen: Ali Yavaşer

Gazze’ye girmeyi başaran CNN muhabirinin “mutlak dehşet” diye kelimelere döktüğü, içinde bulunduğumuz bu felâket ve şiddet ânını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Elias Sanbar: Devam eden bir savaşın içindeyiz. Yaşamakta olduğumuz bu acı sürecin sonrasında ortaya çıkacak tablonun ana hatlarını tahayyül etmek son derece zor. Filistin halkı kelimenin tam anlamıyla bir kıyımdan geçiriliyor. Başka bir kelime bulamıyorum.

Bilinen sayılara göre, şu anda, her altı dakikada bir çocuk hayatını kaybediyor… Bugün [15 Aralık] 70. gündeyiz. Kimileri bu sayıların güvenilir olup olmadığını tartışıyor. Evet, bence de güvenilir değil, zira gerçek sayılar daha da vahim. Birleşmiş Milletler’e göre, Gazze’deki binaların yüzde 80’i yerle bir olmuş durumda. Bu yıkıntıları temizleyecek araç ve makinemiz yok, bu devasa enkazın altından daha neler çıkacak, Allah bilir.

Bu insani manzara hepimiz için, yalnızca Filistinliler değil, tüm insanlık adına bir dram. Bu dram, aynı zamanda, iki halk arasında ileride bir yakınlaşma ihtimalinin belirmesini de fevkalâde zorlaştıracak bir süreci hazırlıyor.

Benim için, öldürülen Filistinli bir çocuk sadece öldürülen bir çocuk değil. Daima içimde var olmuş bir hissin de yüzeye çıkması, istenmeyen bir halk olduğumuz hissi. Burada bize yer olmadığı hissi. 1948’den beri tarihimiz bunu anlatıyor: Ortadan kaybolun, yok olun. Nereyse giderseniz gidin, ama burayı terk edin.

Artık imkânsız mı barışma?

Hiçbir şey imkânsız değildir. Tarihte daima beklenmedik gelişmeler olagelmiştir. Fakat artık eskisine göre daha da zor olacağı kesin. Öte yandan, İsrail’de derin değişiklikler olduğunu söylemeliyiz. Bu ülke kurulduğundan beri İsrail vatandaşlarının kafasında yer etmiş temel bir olgu vardı; tehlikeden azade yaşadıklarını düşünüyorlardı. Bugün yaşanmakta olanlar bunun doğru olmadığını gösterdi. İsrail’in karakterinde derin bir kırılma yaşandı.

Aynı zamanda, tüm imkânlarına ve kapasitesine rağmen ordularının sandıkları kadar etkili olmadığını gördüler. Rehineler ise İsrailliler için yeni bir trajedi yaratmış oldu. Bugüne kadar asla ne bir rehine ne de tutukluyu serbest bırakmış olan İsrail şu an vakit kazanmaya çalışıyor ve hükümet içinden bazı seslerin “savaş durumunda olduğumuz için onları feda edebiliriz” dediğini duyuyoruz.

1993’te Washington, sonra Oslo barış sürecine katıldınız, bir entelektüel olarak hayatınız boyunca Filistin’in ve Filistinlilerin görünmez kılınmasına karşı mücadele ettiniz. “İsrail’in kuruluşundan beri” diyordunuz, siz 1947’de, İsrail’in kurulmasından bir yıl önce Filistin’de doğdunuz. Bu savaşı bütün varlığınızla hayatınız boyunca yaşadınız. Şu an halkınızın, Filistin halkının yaşadıkları size ne hissettiriyor?

Elias Sanbar uluslararası hukukçu, tarihçi, yazar, çevirmen, Filistin Ulusal Konseyi üyesi, UNESCO Filistin Büyükelçisi

Çok zor, çok çok zor. Bu konu hakkında konuşmak için kendimize adeta eziyet etmemiz gerekiyor, konuşmak bile canımızı acıtıyor. Eğer kendimizi akışa bırakırsak, tümden sessizliğe gömülürüz. Zira konuşmak gerçekten çok zor şu an. Tabii ki olan biteni anlamaya, analiz etmeye çalışıyoruz. Fakat bunun ötesinde, Filistinliler bütün bunları etinde kemiğinde yaşıyor.

Benim için, öldürülen Filistinli bir çocuk sadece öldürülen bir çocuk değil. Aynı zamanda, hep buramda (göğsünü tutuyor), daima içimde var olmuş bir hissin, istenmeyen bir halk olduğumuz hissinin de yüzeye çıkması. Burada bize yer olmadığı hissi, sahneden çekilmemiz istendiği hissi. 1948’den beri tarihimiz bunu anlatıyor: Ortadan kaybolun, yok olun. Defolup gidin… Nereyse giderseniz gidin, ama burayı terk edin. Ben içimde bunu böyle yaşıyorum. Ve bu gerçekten ağır bir şey. Tabii ki bir tek ben böyle hissetmiyorum. Leyla Şahid’le de (Filistin eski AB büyükelçisi) bunu çok konuşurduk. Öyle bir raddeye gelindi ki, İsrail intihara gidiyor adeta, olacağı buydu! Gideceği yere kadar gitsin!

Tam kırk yıl önce, çok iyi hatırlıyorum, yine bu radyo kanalında (France Inter, Fransa’nın en çok dinlenen devlet radyosu), yayına katılan bir dinleyicinin soru sorarken bana inanılmaz sert saldırgan tavrı üzerine, cevaben şöyle demiştim: “Şunu aklınızdan çıkarmayın, eğer böyle devam ederseniz, bir gün etrafınıza bakıp nereye kayboldu uzlaşmadan, barıştan bahsedenler diye soracaksınız kendinize!” İşte bugün o noktaya geldik. O yüzden tüm zorluğuna ve acıya rağmen, kendimizi zorlayarak konuşuyoruz. Çünkü olanları anlatmaya mecburuz, anlatmak ve açıklamak boynumuzun borcu.

Öyle bir sürece girdik ki, Hamas ortadan kaybolmayacak. İsrail Hamas’ın tüm yönetici kadrolarını fiziken ortadan kaldırsa dahi, sadece Filistin’de değil, Arap dünyasının tamamından dalga dalga çok çok sayıda yeni militanlar gelecek. Bu görülüyor. Şimdi hepimiz duyuyoruz, ne diyorlar? “En azından onlar (Hamas militanları) işgalciye hangi dille karşı gelineceğini biliyor.

Burada tabii vaktiyle müzakereleri yürütenlere, onların uygun dili bilmediğine gönderme yapılıyor. Oslo’da görüşmeleri sürdürenlerin zavallı naifler olduğu kastediliyor.

Filistin Yönetimi mi yani?

Filistin Yönetimi ve aynı zamanda uzlaşma taraftarı olan halkın çoğunluğu.

Siz de onların içindeydiniz…

Tabii ki. Tek çıkış yolu oydu.

Bu yol tıkandı mı?

Çok çok uzaklaştı. Hayatımın bu meselenin çözümü için siyasal mücadele içinde geçen elli yılı bana asla hiçbir şeyin daimi olmadığını öğretti. Ama dram ortada, yaşamakta olduğumuz büyük dram inkâr edilemez.

Hem bir tarihçi hem de bir yazar olarak kelimelerin ağırlığını çok iyi bilen birisiniz. İki taraf için de kullanılan ve son günlerde sık sık tekrarlanan bir terim var: soykırım. Soykırım kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir yok etme girişimiyle karşı karşıyayız. 7 Ekim’de yaşanan ise bir savaş suçuydu…

Ahlam Shibli, Ramallah

Bu yeni savaşın fitilini ateşleyen beklenmedik saldırı, çoğu sivil olmak üzere 1200 İsraillinin ölümüne neden oldu. Bu saldırıyı savaş suçu olarak mı nitelendiriyorsunuz? Bir terör saldırısı değil miydi?

Ne fark eder? Savaş suçu çok daha vahim bir şey! Tek ve mutlak kıstas olarak sivillere yapılan tüm saldırıların savaş suçu olduğunu kabul ederseniz, bu diğer bütün nitelemelerin, terimlerin ötesine gider zaten… Askeri operasyonlar sırasında bazı fiiller savaş suçudur. Evet, ancak, kamuoyunun bir işgal ordusuna karşı meşru bir savaş verdiğimizi de anlaması gerekiyor. Trajik zamanlarda bu ayrımı yapmak çok zor. Ancak bu bitmek tükenmek bilmeyen çatışmaya bir son vermek istiyorsak, bu ayrım gerekli ve kaçınılmaz. İsraillilerin bu saldırı karşısında çektiği acıyı Filistinliler yetmiş yıldır her gün çekiyor.

Size bir gerçeği hatırlatmama izin verin: 2023’te, 1 Ocak’tan eylülün sonuna kadar, Batı Şeria’da çoğu genç, çoğu sivil 220 Filistinli İsrail ordusu ve yerleşimciler tarafından vurularak öldürüldü. Bunlar da savaş suçlarıdır. Ve bunların kınandığını duymayı çok isterim.

Fakat bazı kelimelerin anlamlarının ne kadar hassas ve ağır olduğunu biliyorsunuz…

Tabii ki. Zaten terörist kelimesi o kadar ayağa düştü ki. Herkes terörist, her şey terör sayılıyor artık! Savaş suçu ise çok daha vahim olduğu gibi, uluslararası hukukta tanımlanmış bir kavram. Bizler 1967’de değil, 1917’de başlayan bir çatışmanın tutsağıyız. Ne yazık ki, bu uzun sömürgecilik tarihi hoşgörülemez ve korkunç eylemlerle dolu. Peki, size her iki tarafın da işlediği savaş suçlarının bir dökümünü iki sütun halinde sunmaya kalksam, böyle gayriahlâki bir muhasebeye ne derdiniz? Bu çatışmada sırt sırta değil, yüz yüzeyiz. Ancak naif de olamayız. Savaş suçları her savaşın ayrılmaz bir parçasıdır.

Bugün konuşmanın imkânsız hale gelmesinin sebebi İsraillilerin varoluşlarının tehdit altında olduğunu ileri sürmeleri. 7 Ekim’deki bir günlük operasyon onları buna ikna etti. Diğer yandan da ordularının en temel işlevini yerine getiremez halde olduğunu gördüler. Şu an Gazze’de bulunan İsrail birliklerindeki askerlerin ruh halini gerçekten çok merak ediyorum. Benim bilmem elbette mümkün değil, ama acaba şimdiden bir yılgınlık ve umutsuzluk başlamış mıdır diye de merak ediyorum.

Filistin konusunun da ötesinde, II. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan uluslararası hukuk sisteminin yok edilişine şahit oluyoruz. Birleşmiş Milletler’in etkinliğini tamamen yitirmesine şahit oluyoruz. Bu yolun sonunda gezegenimiz nasıl bir cangıla dönüşecek acaba?

Size bunu söyleten ne?

Çünkü bu savaşın sonu yok ki! Siviller arasından seferber edilmiş 230 bin asker. Bunlar profesyonel asker değil. Bakanları da “Aylar boyunca orada kalacaksınız” deyip duruyor. Gerçi bunun askeri bir palavra mı, yoksa sahadaki hakikat mi olduğunu bilmiyoruz. İsrailli bir bakan çıkıp BM genel sekreterinin görevden alınması gerektiğini söyleyebiliyor. “Kovun bunu” diyor! Filistin tarafındaysa hâkim olan his şu: “Ne olacaksa olsun! Beklemenin artık bir mânâsı yok.”

Bir noktadan sonra, iki devletin gerçekten de iyi çözüm olduğunu düşünüyordum. Çünkü toplumların komşu olarak geçirecekleri olumlu bir süreç uzlaşmanın, barışmanın önünü açabilirdi. Barış dediğimiz şey sadece birtakım metinler. Barışma ise bir ruh hali. Bugün bundan çok uzağız.

Fakat hepimizi endişelendirmesi gereken bir şey daha var. Filistin konusunun da ötesinde, II. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan uluslararası hukuk sisteminin yok edilişine şahit oluyoruz. BM’nin ağırlığını tamamen yitirmesine şahit oluyoruz. Dünyanın en büyük üç gücünün birbirine tamamen zıt sebeplerden dolayı nefret ettiği bir organdan söz ediyoruz.

Çinliler de, Ruslar da BM’den hazzetmiyor. Amerikalılar ise defalarca uluslararası hukuktan hazzetmediklerini açıkça söylediler, ben buna şahsen şahidim! Ne zaman ABD Dışişleri Bakanlığı’na bir BM kararıyla gitsek, bize bunu aynen böyle söylediler: “Uluslararası hukuku sevmiyoruz, kendi referans terimlerinizle gelin, ihtiyaçlarınızı dile getirin.” Bu ne demek yani? İsrail sahada egemen konumda, yani kendi referanslarını dayatacak.

Göstermelik bile olsa, masaya oturduğumuzda en azından eşit konumda gözüktüğümüz bir düzen vardı. Bu düzen ortadan kayboluyor. Ukrayna’da zaten kayboldu. Gazze’yle başlamadı bu durum. Fakat uluslararası hukukun yok edilmekte olduğunu görüyoruz. Bu yolun sonunda gezegenimiz nasıl bir cangıla dönüşecek acaba?

Ahlam Shibli, Barış ve Sevgi

Hamas militanlarının İsrail’e bu kadar kolay sızması gözlemcileri hayrete düşürdü. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

İsrail istihbarat servislerinin saldırının planlandığı bilgisine sahip olmadığına inanmam mümkün değil. Bence haberdardılar, ama inanmadılar. Neden inanmadılar? Çünkü her işgal kibir ve aşağılama yaratır. İşgalci, işgal altındaki insanları kendisine karşı koymaktan aciz yarı-insanlar olarak görür. Yom Kippur Savaşı olarak da bilinen Ekim 1973 savaşından sonra kurulan İsrail Soruşturma Komisyonu, hükümetin ve ordunun Mısırlıların Süveyş Kanalı’nı geçmeye hazırlandığını bildiğini ortaya koymuştu. O olay dönemin İsrail başbakanı Golda Meir’in siyasi kariyerinin sonu oldu.

7 Ekim’deki saldırı birtakım teknik aksaklıklara indirgenemez. Sömürgeci psikolojisi durumu anlamak için önemli bir anahtardır. Savaşın ardından, bu kadar zamanda hiç bu kadar çok kayıp vermemiş olan İsrail toplumu liderlerinden hesap soracaktır.

Gazze Şeridi 15 yılı aşkın bir süredir abluka altında. Hamas saldırısı sizce bu hapsedilme durumunun bir yan ürünü mü?

İşgal sadece şiddet yaratır. Gazze 16 yıldır bir bantustan’dan[1] beter, İsrail’in yeşil ışık yakmadığı hiçbir şeyin giremediği bir açık hava kafesi.

Oslo Anlaşmaları’nın 30. yıldönümü münasebetiyle yaptığımız söyleşide, Netanyahu hükümetinin felâket kartını oynadığını söylemiştiniz. Hamas da aynı şeyi yapmıyor mu?

Filistinlilerle gerilimi tırmandırarak ve böylece onları şiddete başvurmaya yönelterek ülkeyi Filistinlilerden temizlemenin İsraillilerin meşru hakkı olduğunu kabul ettireceklerine kani olmuş, ateşle oynayan yerleşimcilerin hâkimiyetindeki bir hükümetten bahsediyordum.

Oslo öncesindeki tüm gizli görüşmelere katıldım. Aklınıza gelebilecek tüm İsraillilerle ve kurumlarla bir araya geldik. Kendimize hep aynı soruyu soruyorduk: İsrail barış istiyor mu? Bugün artık başka bir soru sormak zorundayız: İsrail barış yapabilir mi? Bu mümkün mü?

Yerleşimciler Filistinlilerden tamamen kurtulacakları yeni bir Nakba (1948’de İsrail kurulurken 700 bin Filistinlinin zorunlu göçüne verilen isim, Arapçada “felâket”) hevesine kapılmıştı. Hâlâ o hevesteler. Hamas bu blöfü gördü ve şimdi İsrail hükümetini zorluyor. Özellikle Gazze Şeridi’nde bir kara harekâtı olursa ve hatta [Lübnan ve Suriye sınırındaki] kuzey cephesi alevler içinde kalırsa, iki toplum da büyük zarar görecektir. Ancak, Hamas şimdiden Filistin ve Arap kamuoyunda büyük bir etki yarattı ve bunun siyasi karşılığını bekliyor. Bugün direnişin bayraktarlığını üstleniyorlar. Hoşa gitsin ya da gitmesin, gerçek bu.

Gazze Filistin ulusal hareketinin tarihinde her zaman önemli bir rol oynadı. 7 Ekim’den bu yana yaşananlar da bunu bir kez daha gösteriyor…

Gazze nüfusunun yüzde 80’i mülteci ve [1948’de sürüldükleri, bugün İsrail’in olan topraklarına] geri dönüş idealiyle hayata tutunan insanlar. Bu olgu, 1950’lerde Filistin direnişinin başlamasında da önemli bir faktördü. Tüm bunlar insanların zihninde çok canlı. Dahası, Gazze Kudüs’ün ve kutsal emanetlerin koruyucusu olarak görüyor kendini. Gazze, Filistin’in ayrılmaz bir parçası.

Savaş nasıl seyredecek sizce?

Ben üç senaryo görüyorum. Birincisi, her zamanki gibi, nispeten uzun ya da kısa sürecek bir savaşın ardından ve Mısır veya Katar’ın arabuluculuğuyla statükoya geri dönülmesi. Ateşkesin sağlanması ve bir sonraki patlamanın beklenmesi. Bence bu en az olası senaryo, çünkü Hamas’ın aynı oyunu tekrar oynamaya razı olmasını ve İsrail halkının da bunu kabul etmesini gerektirir. Ben bundan çok şüpheliyim.

İkinci senaryo ise yeni bir Nakba yaşanması. ABD, İsrail ve Mısır arasında Gazzelilerin Gazze’yi terk etmesine imkân verecek bir koridorun kurulması için görüşmeler yapılıyor: Gazze’yi boşaltacak “insani” bir öneri. Böylece bir taşla iki kuş vuran İsrail’in de Hamas’ı sahada “meşru” bir şekilde temizlemek için eli serbest bırakılmış olur.

Üçüncü senaryo ne peki?

Barış sürecini başlatan 1991 Madrid Konferansı’nın bir tür tekrarı olabilir. O dönemde Filistinliler Saddam Hüseyin’in taraftarı olmakla suçlanıyordu. (Yaser Arafat 1990’da Kuveyt’in işgalini kınamayı reddetmişti) Barış görüşmelerinden dışlanmamız gerektiği konusunda geniş bir mutabakat vardı. Ama sonra, Saddam’ın devrilmesinin getirdiği zafer coşkusuyla, Filistinliler olmadan gerçek çözümün olmayacağının farkında olan Amerikalılar tüm bölgesel oyuncuları müzakere masasında toplamaya karar verdi. Ve herkesi şaşırtan bir şekilde Madrid’e davet edildik. Elbette henüz öyle bir şey yok, ama bu bir olasılık.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in son zamanlarda İsrail’e verdiği mutlak destek beyanatlarına “alınması gerekecek acı verici kararlar” gibi dikkat çeken tuhaf bir söz ekleme alışkanlığı var. Nedir bu kararlar? İsrail’in Filistin meselesinde Suudilerin taleplerine olumlu yanıt vermesini sağlamak mı?

Dinleyicilerimizden gelen soruların çoğunda neden 7 Ekim hakkında konuşmadığınız soruluyor. Bu sürekli karşılaştığınız bir durum değil mi?

Evet, tabii ki. 7 Ekim sonrasında verdiğim ilk söyleşide, diğer tartışmalara girmeden önce, söylediğim ilk cümle şuydu, izninizle aynen tekrar ediyorum:

Filistinliler hakları için verdikleri mücadelede uluslararası hukuka müracaat ediyorlar. Ve uluslararası hukuk açıktır: Sivillere yönelik her türlü saldırı savaş suçudur. Hukuka bağlı olduğunu iddia etmek, hukukun tüm hükümlerinin uygulanması gerektiği anlamına gelir. Ancak, bu çarpışmalarda, her şey savaş suçu değil. İşgalci bir orduya saldırmak tamamen meşrudur.” 7 Ekim günü kibutzlara yapılan saldırı bir savaş suçudur.

Muteber gözükmeye çalışmak adına da pozisyonumdan geri adım atmayacağım. Herkes pozisyonumu gayet iyi biliyor. Yahudilik hakkındaki pozisyonum da belli. Bu tarz tartışmalara hapsolmayı reddediyorum. Beni esas ilgilendiren uzlaşmanın hâlâ mümkün olup olmadığı. Geri kalan her şey boş.

Laila Shawa, Gazze'nin Duvarları

Uzlaşma olabilmesi için bir arabulucu lâzım. Bu Katar olabilir, ya da belki ABD… Joe Biden’ın tavrının geçtiğimiz günlerde biraz değiştiğini görüyoruz. Ayrım gözetmeyen bombalamaları kınadı, Filistinli sivillerin güvenliğine dikkat edilmesi çağrısı yaptı. Bu değişim sizi biraz umutlandırıyor mu?

Afedersiniz ama, bu meselede ABD bizi üçkâğıda getirmeye çalışan taraf. Biliyorsunuz, Avrupa Birliği kırk yıldır “iki devlet” diyor. Fakat iki devlet için hiçbir şey yapılmıyor. ABD de aynı şeyi söylüyor. Peki onlara soralım o zaman: Yerleşimleri zor kullanarak mı yıkacaksınız? Tabii ki “hayır” diyecekler, “bu İsrail’in iç meselesi”. Yıllardır tanıdığım, sömürgeciliğe ve yerleşimlere kökten karşı tarihçi Zeev Sternhell vardı, hatta [İsrailli aşırı sağcılar] ona karşı suikast girişiminde bulunmuşlardı. Zeev bana şöyle derdi:

Şunu iyi anlaman lâzım, yerleşimciler hepimizi, İsrail halkının tümünü iki alternatife mahkûm ediyor: Ya Filistinlilerle baş etmeyi bize bırakın, siz keyfinize bakın, Tel-Aviv’de yaşayın, gidin Eilat plajlarında denize girin, biz de işimize bakalım… Ya da iki devlet mi istiyorsunuz? O halde iç savaş!”

Sternhell’in bana otuz yıl önce söylediği sözler bunlar. “Toplum aslında savaş istemiyor” diyordu. İsrailliler de herkes gibi insan, sıradan bir yaşam sürmek istiyorlar. Fakat yerleşimcilerin daimi şantajına maruz kalıyorlardı. Bugünse artık hâkimiyet sömürgeci yerleşimcilerin eline geçti. Onlar iktidarda. Direksiyon artık onların elinde. Bir de öyle bir başbakanları var ki… “Sorumsuz” sıfatı fazla nazik kaçıyor. Hakkındaki yolsuzluk soruşturmalarından kaçmak için ülkesini felâkete sürüklemeye hazır.

Gazze, Aralık 2023

Birçok önemli üyesi cezaevinde ve sürgünde olan Filistin Yönetimi’nin geleceği merak konusu. Filistin Yönetimi sizce bu savaştan sonra ayakta kalabilir mi?

Yaşananlar, otuz yıldır sistematik olarak bütün müzakerelerden eli boş döndüğü için zaten zayıflamış olan Filistin Yönetimi’ne ağır bir darbe indiriyor. Amerikalılar Filistin devlet Başkanı Mahmud Abbas’a Hamas saldırısını kınaması için büyük baskı yapıyor. Ancak, o bunu yapmayı reddediyor. Filistin Devlet Başkanı’nı müzakerelerin yürütülme sürecini yönetme şekliyle, başka hataları, eksikleri, başarısızlıkları nedeniyle eleştirebiliriz, ama Abbas bir hain değildir.

Yıllar boyu Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) bünyesinde bir bölge, bir coğrafya oluşturmaya çalıştık. FKÖ bir örgüt değil, bir coğrafya, toplumun bütün bileşenlerinin bir araya gelebileceği bir zemindi. Ve bu bizim için müthiş bir güvence teşkil ediyordu. FKÖ çoğulcu bir alanın güvencesiydi ve Arap dünyasında ilk ve tekti. Bütün fikir ayrılıklarımıza rağmen ortak payda ve hedeflerde buluşuyorduk. Bu ortak hedefler arasında laiklik de vardı. Halkın ihtiyaçları doğrultusunda hareket ediyorduk ve her topluluk kendi ideolojik ve dini tercihlerinde özgürdü. Bu şu an kaybedilmekte.

Filistinliler ağızlarını her açtığında antisemit olmadıklarını kanıtlamak zorunda kalıyorlar. Her defasında başımızı öne eğip kendimizi işlememiş olduğumuz suçlardan aklamaya çalışmamız gerekiyor. Karşı taraftan biriyle her muhatap olduğumda ona şöyle deseydim ne düşünürdünüz: “Bana Arap karşıtı bir ırkçı olmadığını kanıtlayana kadar tek kelime etme”?

Müzakereler süreci hakkında da konuşmamız lâzım. Sürekli hayrete düşüyorduk, zira sömürgeleştirme politikalarının, yerleşimlerin durdurulmasına dair bir yığın anlaşma imzalamıştık, fakat bunlara son verme imzasını atan kişilerin kendileri diğer taraftan yeni yerleşimler kurmaya devam ediyordu. İsrailli muhataplarıma söyleyip duruyordum: “Kendi bindiğiniz dalı kestiğinizin farkında değil misiniz? Kendiniz için ve bizim için nasıl bir gelecek hazırlamakta olduğunuzu göremiyor musunuz?

1980’lerde, Beyrut kuşatmasından sonra düzenlenen Oslo öncesindeki tüm gizli görüşmelere katıldım. Meretz de (İsrailli sosyal-demokrat Siyonist parti) dahil olmak üzere, aklınıza gelebilecek tüm İsraillilerle ve kurumlarla bir araya geldik. Bu görüşmeler yasadışı olmasa da son derece gizli tutuluyordu ve çoğunlukla Hollanda veya İspanya’da düzenleniyordu. Kendimize hep aynı soruyu soruyorduk: İsrail barış istiyor mu? Bugün geldiğimiz noktada artık başka bir soru sormak zorundayız: İsrail barış yapabilir mi? Bu mümkün mü?

Başbakan Netanyahu geçenlerde yine “Oslo hatasını tekrar etmemek gerektiğini” söyledi…

En başından beri müzakereye karşıydılar zaten. Görüşmelerin başında Kissinger’ın bir mektubu vardı. O zaman İzak Şamir başbakandı. Şamir Madrid’e gelmek istemiyordu. Ama Amerikalılar o günlerde sahnenin tek hâkimiydi ve kimse onlara kafa tutacak durumda değildi. Sovyetler Birliği çöküyordu. ABD’nin son derece sert ve etkili Dışişleri Bakanı James Baker Şamir’in Madrid’de masaya oturmasını istiyordu.

Tam o sırada, Kissinger’ın New York Times’da bir yazısı yayınlandı. Neredeyse birebir bu ifadeyle şöyle diyordu: “Karşı gelme, yoksa kellen gider. Madrid’e git ve on bin yıl boyunca müzakere et…”

Aynen böyle oldu. Kissinger’ın tavsiyesi buydu: Masaya otur ve sürüncemeye bırak, oyala, zaman geçir. Netanyahu’nun yaptığı da buydu. En başından beri, yanıbaşında bir Filistin devletine kesinkes karşıydı.

Leila Shawa, Gazze'nin Duvarları serisi, Kanlı Para,1994

Görüntüler, imgeler, fotoğraflar üzerine de çok çalıştınız. Halihazırda sürmekte olan görüntü ve enformasyon savaşı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Tüm savaşlarda enformasyon savaşı da vardır. Savaşların kaçınılmaz bir aracıdır. Fakat günümüzde merkezi haber ağının içine sızmış davetsiz bir misafir var. O da Al Jazzeera. Al Jazeera bize sadece belli kareler iletmiyor. Kesintisiz devam eden bir görüntü akışı sunuyor. Ne zaman televizyonun karşısına geçseniz, yayın devam ediyor. 24 saat boyunca kameraları çalışıyor. Her yerde yaklaşık 60 muhabirleri var. Dolayısıyla görüntüler savaşı açısından Kuveyt Savaşı’yla beraber başlayan tek taraflı yönlendirmeye karşı görülmemiş bir dönüşüm yaşanıyor. Hatırlarsınız, o zamanlar doğru düzgün görüntü yoktu, bilgisayarlar tarafından çalışılmış kareler gelirdi önümüze. Radarlarda bir hedef gözükür, uçak da üzerine bombayı bırakırdı. Şimdiyse gerçek görüntülerin geri dönüşüne tanık oluyoruz. Bu çok önemli. Artık o radar üzerinden bize bir hedef gösteren bilgisayar tarafından hazırlanan görüntüler çıkmıyor önümüze. Sahadan gelen hakiki enstantaneler var. Bu önemli bir değişim. Bir akışın, devam etmekte olan bir sürecin içindeyiz. Şu an büyük çıkarsamalar yapmak abes ve yanıltıcı olur. Olan biteni takip etmemiz lâzım.

Bir dinleyici sorusu: Halen Hamas’ın elinde bulunan rehinelere dair hiçbir şey söylemeyecek misiniz? İsrail ordusu Fransız-İsrailli bir rehinenin hayatını kaybettiğini açıkladı… Buna ne diyorsunuz?

Diyorum ki tüm sivil ölümlerine, sivillerin hedef alınmasına kesinlikle karşıyım. Fakat İsrailli veya İsrail destekçisi arkadaşların her söyleşi sırasında masumiyetimizi ve katillerle ilişkimiz olmadığını kanıtlamaya mecbur bırakılamayacağımızı anlaması lâzım. Bu sürdürülemez ve adaletsiz bir durum. Ben de soruyu aynen ona iade edebilirim, acaba kendisinin gözlerimizin önünde kefenlere sarılmış vücutlarını gördüğümüz, hayatını kaybetmiş binlerce Filistinli çocuk için tek bir sözü olmuş mu?

Bu duruma mecbur bırakıldığınızı mı düşünüyorsunuz?

Evet, bu obsesyon halini aldı. Antisemit misin? Olmadığımı yıllardır herkes biliyor. İsrail’in yıkılmasını mı istiyorsun? İsrail’in yıkılmasını isteseydim hayatımın yarısını İsraillilerle müzakere etmekle geçirir miydim? Tahammül ötesi bir tutum bu! Filistinliler ağızlarını her açtığında antisemit olmadıklarını kanıtlamak zorunda kalıyorlar. Her defasında başımızı öne eğip kendimizi işlememiş olduğumuz suçlardan aklamaya çalışmamız gerekiyor. Bu soruları soran kişilere cevap vermeyeceğimizi söylemenin zamanı geldi. Bitti artık! Yeter! İsrailli olsun ya da olmasın, karşı taraftan biriyle her muhatap olduğumda ona şöyle deseydim ne düşünürdünüz: “Bana Arap karşıtı bir ırkçı olmadığını kanıtlayana kadar tek kelime etme!

Bu savaş, Filistin sorununu uluslararası sahnede yeniden ön plana çıkarıyor, oysa son on yıl boyunca neredeyse unutulmuştu. Aynı zamanda, bu geri dönüşe çok sert görüntüler de eşlik ediyor. Davanızın bu süreç nedeniyle lekelenmesinden ve nihayetinde zayıflamasından endişe etmiyor musunuz?

Biraz önce siz de söylediniz, 1947 doğumluyum ve hayatım boyunca Filistin davası için verilmiş kim bilir kaç ölüm ilanı gördüm… Bu bakımdan endişelenmiyorum, çünkü bunun haklı bir dava olduğunu ve inatçı bir halk, hayran olunası küçük bir halk tarafından savunulduğunu biliyorum. Yüz yılı aşkın bir süredir bu halk sağlam durdu, durmaya da devam edecektir. Bu inatçılığın bir bedeli olduğunu, bu bedelin yüksek olduğunu biliyorum. Ancak, bu dava yok olmayacak, benim inancım bu yönde.

Yine de aklımı kurcalayan bir soru var: Bir asırdan fazla süren bir ihtilaf neden hâlâ çözüme kavuşmadı? Neden İsrail ve dost ya da düşman tüm diğer güçler, tüm yanlış çözüm önerilerine evet derken, herkesin malûmu olan doğru çözüme, yani Filistinlilerin mutlak olarak eşit haklara sahip olmasına yanaşmıyor?

Kaynak: Le Monde (12 Ekim 2023), Radio France Inter (15 Aralık 2023).

[1] Güney Afrika’da apartheid rejiminin siyah nüfusu denetim altında tuttuğu tecrit alanları